Ehlibeyt'e Göre Büyük Günahlar

Ehlibeyt'e Göre Büyük Günahlar



Mümin birinin günahlarının tümü büyükte olsa bağışlanabilir. 




Ancak kul hakkına ait günahlar için helallik alınmalıdır.



Büyük günahları işleyenler tövbe etmedikleri sürece imanın yüce derecelerinden biri olan adalet 
makamından düşerler. Ama mümin sınıfından çıkmazlar.

Devamlı büyük günah işleyen kimse gerçek manada tövbe etmez veya günahını telafi yoluna gitmezse 
sonunda bu onu iman dairesinden çıkarır.

Velayete inanıp iman etmek büyük veya küçük günah işlemek için bahane olamaz.

Belirtmek gerekir ki, günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılması Kur’an-ı Kerim kaynaklıdır. Nisa/31, 
Şura/37 ve Necm/32 bu konu hakkındadır.


Bir taraftan günahların hangilerinin büyük, hangilerinin küçük olduğu hususunun Kur’an’da açıklanmaması, 

diğer taraftan büyük günahın durum ve konumunun ne olduğunun bilinmemesi İslamî fırkalar arasında
 önemli tartışmalara yol açmıştır.


Şii rivayet kitaplarında hangi günahların büyük olduğunu konusunda birçok rivayet mevcuttur. [1] Diğer 

mezheplerin kelami ve tefsir kitaplarında da büyük ve küçük günahlar tanıtılmıştır.


Büyük günahların sahip olduğu konum için her şeyden önce belirtmek gerekir ki:



1- Birçok İslami mektepte büyük günahın konumu, dini öğretilerden çok siyasi olaylardan 

kaynaklanmaktadır. Bu konuda görüş öne süren mektepler sırasıyla şöyledir:


1-1)  Mürcie: Bu fırkaya göre iman amelden önce gelir. Yani bir kimse şahadet getirip Müslüman olursa 

artık hiç bir günah onun cennete girmesine engel olamaz. Böyle bir düşünce Emevi sultanları tarafından 
hararetle destekleniyordu. Bu görüş, Ehl-i Beyt’i (a.s) ve günahsız halkı şehid eden, içki içen, dünyaya aşırı 
düşkün olan Emevi sultanlarının da hayırlı bir akıbeti olacağını, onlarında cennete gideceklerini dikte 
etmektedir. Çünkü onlar zahirde iman sahibiydiler ve namaz, oruç, hac vs. amelleri yerine getiriyorlardı!


Bu fırkanın alimleri akaitlerini Kur’an’ın bazı ayetlerine dayandırıyorlar. Örneğin diyorlar ki: Bakara suresinin 

3’ten 5’e kadar olan ‘Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda 
harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes 
inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.’ 
ayetlerinde büyük günah işlememeyi kurtuluşa ermenin şartı olarak saymamıştır. Ancak onlar bu 
özelliklerin 2. ayette geçen takvalılara ait olduğunu ve takvanında büyük günahla uyuşmadığını unutuyorlar. 
[2] Böyle bir inanç sözde Müslümanların günaha bulaşmaları için ellerini öylesine açık bırakıyor ki 
Müslüman olduklarını söyleyerek her türlü cinayeti işleyebilmekteler!

İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: ‘Mürcie, biz Ehl-i Beyt’i katleden Benî Ümeyye’ninde mümin 

olduğuna inandığı için Ehl-i Beyt şehidlerinin kanı onlarında yakasına yapışacaktır.’ [3]


1-2)  Müslüman olan herkesin pak olduğuna inanan ve sultanların zulümlerine kılıf uyduran Mürcie’nin tam 

aksine İslam toplumunda ifratçı başka bir fırka baş gösterdi. Bu fırkaya göre büyük günah işleyen herkes 
kafir ve mürteddir, canı ve malı mübahtır. Kendisine dini bir görüntü veren bu akaidinde kökü siyasi olup 
Sıffin savaşından sonra İmam Ali’nin (a.s) hekemiyeti kabul etmesiyle ortaya çıktı. Kendilerine Harici veya 
Marikin denilen bu grup önce Kur’an’ın bazı ayetlerine [4] dayanarak hekemiyeti büyük günah saymış, 
sonra Peygamberin (s.a.a) halifesine kafir hükmü vererek Onunla savaşmışlardır. [5] O günden sonra 
büyük günah işleyen herkesin kafir olduğunu ve ebedi olarak cehennemde kalacağını savunmuşlardır! [6] 
Onlara göre gerçekte imanın herhangi bir değeri yoktur, asıl olan ameldir. İmanı, temeli zayıf ve yıkılma 
imkanı olan bir bina olarak görür ve düşen her tuğlayla binanın çökeceğine inanırlardı. Bu fırkanın ele 
başlarının maksatları siyasi olmasına rağmen takipçilerinin çoğu cehaletlerinden dolayı onların bu hilelerini 
dini sanarak onlara kandılar. Bu fırka önceki fırkanın yani kurnazca hakim güçlerin zulümlerine kılıf uyduran 
Mürcie’nin aksine güya dini ihya etme çabasındaydılar. Bu yüzden İmam Ali (a.s), Mürcie itikadının ortaya 
çıkma kaynağı olan Emevi itikadını Harici itikattan daha kötü olduğunu söylüyordu. [7]

1-3)  Bu arada, büyük günah işleyen Müslümanların ‘Durumu iki durum arasında olan kimse’ [8] görüşüne 

sahip olan Mutezili diye bir itikatta vardır. Muteziliye göre büyük günah işleyen Müslüman ne mümindir, ne 
de kafir. Bu itikat Şii itikadına yakın olsa da iman ile küfür arasında kalan yerin ne manaya geldiği tam olarak
bilinmediğinden Şii itikadından ayrılmaktadır.


2- Şia’nın büyük günah işleyen kimsenin konumu hakkındaki görüşünün anlaşılması için büyük günah 

işleyenlerin birbirlerinden ayırt edilmesi gerekir. Şia’ya göre büyük günah işleyenler şu gruplara ayrılırlar:


2-1)  Müminler: Şii mektebinde iman genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılır. Genel iman, diğer İslami 

mektepler göz önüne alınmaksızın İslam’a iman etmektir. Özel iman ise İslam’ın şartlarının yanı sıra 
Peygamberin (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin velayet ve imametine de iman getirmektir. Birçok rivayette böyle bir 
ayırım yapılmıştır. Örneğin bir rivayette İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: ‘İslam, iki şahadeti getirmek, 
namaz kılmak, zekat vermek, hac farizalarını yerine getirmek, ramazanda oruç tutmaktır. İman ise bunların 
yanı sıra velayeti kabul etmeyi de gerektirir.’ [9] 


2-2)  İmansızlar: Nice kafir var ki, genel iman dairesinin dışındadır ve nice Müslüman da var ki genel imana 

sahip olmalarına rağmen Ehl-i Beyt mektebini kabul etmemiştir; dolayısıyla özel imandan yoksundurlar.


Doğal olarak bu grupta olanların hepsi için eşit şekilde hüküm verilemez. Örnek olarak onlardan ikisini 

getiriyoruz:

a) Mustazaf: Hak din hakkında fazla bilgi sahibi olmadıkları için onu tanıyamayan kimselerdir. Böyle 

kimseler fıtri kurallara uydukça ve başkalarının haklarına tecavüz etmedikçe, büyük günah işlerlerse dinin 
tanımadıklarından dolayı Allah bu günahları bağışlayabilir. [10]


b) İnatçılar: İnatçılar veya mücadeleciler, hak din kendilerine delille ispat olduğu halde dünyevi 

menfaatlerinden dolayı onu kabule yanaşmayan kimselerdir. Böylelerinin iman getirmemesi yalnız başına 
cehenneme gitmeleri için yeterlidir. Ayrıca diğer büyük günahları da işlerlerse azapları da artar. Nahl 
suresinin 88. ayeti bu konu hakkındadır.

Şimdi yukarıda zikredilenleri dayanarak sözde Şia mektebine inandığı halde büyük günah işleyen 

kimselerin durumuna göre büyük günahın nasıl bir yere sahip olduğuna bakalım.


Şii alimler, bu alanda çeşitli ve bazen de farklı gibi görünen rivayetlere dayanarak şöyle diyorlar: Ne Mürcie 

gibi böyle günahkarların cehennemden kurtulup cennete gideceklerini söyleyebiliriz, ne Hariciler gibi 
büyük günah işler işlemez ebedi olarak cehennemde kalacaklarını, ne de Mutezili gibi iman ve küfür 
sınırının dışında kaldıklarını söyleyebiliriz. Büyük günah işleyen müminler fasık müminlerdir, eğer cennete 
gitmek istiyorlarsa kaybettikleri adaleti yeniden kazanıp çaba harcamaları gerekmektedir. Yoksa her 
günah işledikçe imanın derecelerinden bir derece düşer ve sonunda öyle bir duruma gelirler ki, tövbe 
kapısı açık olmasına rağmen tövbe edemeyecek, dolayısıyla cehenneme gideceklerdir. Başka bir deyişle, 
Şii inancına göre her ne kadar imanın önceliği varsa da iman ve amel birbirlerini gerektirmektedirler. İmanı 
olduğunu söyleyip de dininin emirlerini yerine getirmeyen kimsenin imanlı olduğu söylenemez. Ve gerçekte amelin olmaması değil imanın olmaması insanı cehenneme götürür. [11]

Dolayısıyla bu alandaki Şii inancını şöyle özetleyebiliriz:


1- İmanlı birinin günahlarının tümü büyükte olsa bağışlanabilir. Ancak kul hakkına ait günahlar için helallik 

alınmalıdır.

2- Büyük günahları işleyenler tövbe etmedikleri sürece imanın yüce derecelerinden biri olan adalet makamından düşerler. Ama mümin sınıfından çıkmazlar.


3- Devamlı büyük günah işleyen kimse gerçek manada tövbe etmez veya günahını telafi yoluna gitmezse sonunda bu onu iman dairesinden çıkarır.


4- Velayete inanıp iman etmek büyük veya küçük günah işlemek için bahane olamaz.


5- Gerçek mümin manevi haletlerinde korku ve ümit arasında olan kimsedir.


Şimdi yukarıdaki maddeleri daha geniş şekilde ele alalım:


1- İnsanlar iki sebepten dolayı büyük günah işlerler: Ya dine inanmadıkları için günah işlerler; bu durumda

günahkar olmalarının yanı sıra imanlarıda olmadığından mümin sınıfından çıkarlar. Veya inanç sahibidirler 
ama şeytanın vesveseleri ve şehvetleri kendilerini bazı günahları işlemeye sevketmektedir. Bunların 
akıbeti tartışmalıdır. Allame Hilli, Şerh-i Tecrit adlı eserinde, günah işleyen herkesin ebedi olarak ateşte 
kalacağına inanan Haricilerin inancını reddederek şöyle buyuruyor: ‘Büyük günah işleyen müminin 
cehennemde ebedi kalacağına inanırsak, bütün ömrünü ibadetle geçiren kimse, ömrünün sonuna doğru 
imanını kaybetmeden bir günah işledi diye, bütün ömrünü günah ve şirkle geçirenle aynı seviyede tutmak, 
her ikisininde ebede kadar yanyana cehennemde olacaklarını farzetmek mümkünü olmayan bir şeydir. 
Çünkü bu tamamen akıl ve mantığa aykırıdır. [12]

Dolayısıyla büyük günah işleyen mümine kafir diyemeyiz. Allah’ın geniş rahmetini ve kullarının günahlarını 

bağışlayacağını gösteren birçok ayetin [13] böyle kimselere faydası olmayacaksa kime faydası olacak?


Ancak günahkar kimselerin mümin olup olmadıklarını da Allah bilir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyuruyor: 

‘İçinizde ne var, Rabbiniz, sizden daha iyi bilir. Düzgün ve temiz kişiler olursanız şüphe yok ki o, tövbe edip 
hakka dönenlerin suçlarını örter.’ [14] Allah öylesine affedici ve büyükki hatta affını tövbe etme şartına bile 
bağlamadığı [15] gibi şirkin dışında bağışlanmayı hakkeden herkesi bağışlayacaktır. [16] Birçok rivayette bu 
affın büyük günahları işleyenleride kapsamına aldığı açıkca belirtilmiştir. [17]


Kur’an’da öyle ayetler var ki, bundan da öteye geçerek iman getirmek şartıyla geçmiş günahları hatta 

şirkinde bağışlanacağı müjdelemekteler! [18]

Ancak bunlar Allah’la kul arasında olan günahlarla ilgilidir. Yetim malı yemek, yalan yere şahitlik yapmak 

gibi büyük günahlardan dolayı zarar görenlerden imkan dahilinde helallik almak gerekir. Zira Emirü’l 
Müminin’in (a.s) buyruğuna göre kıyamette böyle günahlar dikkatle incelenecek ve onlara asla göz 
yumulmayacaktır. [19]

Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak günahkar mümine, günahından dolayı nimete nankörlük etti diye ona 

kafir ya da mürted diyemeyiz. Yine daha önce söylendiği gibi Haricilerin inancı siyasi olup ayet ve 
rivayetlerle tezat halindedir.

2- Görüldüğü üzere Mürcie, hakim güçlerin gayri meşru işlerine kılıf uydurmak için büyük günahları, hatta 

geniş manada bile imana zarar vermediğine inanmasına karşın Şii inancına göre büyük günah işleyenler 
kafir olmazlar ama imanın yüce derecelerinden aşağı düşerler. [20] Böyleleri bir camide cemaat imamı bile 
olamazken, nasıl olur İslam toplumuna imam ve halife olabilirler? [21]


Rivayetlere göre büyük günah işleyenler adalet gibi imanın yüksek makamlarından yoksun olan 

kimselerdir. Dolayısıyla onların İslami mahkemelerdeki tanıklıkları kabul edilmez, [22] onlarla ilişki 
kurulmaz, evlenilmez... [23] Böyle birisi nimete nankörlük eden kafir hükmünde olup tövbe etmez ve 
geçmiş amellerini ıslah etmezse cehenneme gidebilir. [24] Kısacası sözde iman, bütün günahların 
bağışlanmasını garanti etmez.

3- Günah ne kadar çok olursa tövbe imkanı da o ölçüde azalır. Günahı çok olan bazı kimseler, tövbe kapısı 

açık olsa da tövbe etmek kendilerine nasip olmayabilir. Bu konuda dikkatlerinizi iki rivayete çekiyoruz:

Birincisi İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen, kasıtlı olarak mümin birini öldüren kimse hakkında sorulduğunda 

İmam (a.s), onun tövbesinin kabul olmayacağı konusuna girmeden: ‘Böyle biri (günahının büyüklüğünden 
dolayı) tövbe etmeye muvaffak olmayacaktır.’ [25] diye buyurduğu rivayettir.

İkincisi de Emirü’l Müminin (a.s)’dan nakledilen rivayettir. İmam (a.s) orada şöyle buyuruyor: ‘İmanlı 

kimsenin 40 savunma kalakanı vardır, meleklerde onu kanatlarıyla korumaktalar. Ne zaman büyük günah 
işlense o kalkanlardan biri düşer. Böyle devam ederse iş öyle bir yere gelir ki, her türlü günahı işler ve 
bununla iftihar da eder! Sonunda ise biz Ehl-i Beyt’in düşmanı kesilir! [26]


Hatırlatmak gerekir ki, küçük günahta da ısrar edilirse bu ısrar onu büyük günaha çevirir. [27] Bu durumda 

büyük günah işleyen ve onda ısrar edenin akıbetinin ne olacağını söylemeye de gerek yoktur her halde.


4- Rivayetlerde iman ve velayetin temel, amelin ise onun kolu olduğu belirtilmiştir. Bu doğrudur ve usulun

 mantığına uygundur, ancak ondan yanlış bir mana çıkarılmamalıdır. Şu iki rivayete dikkat edin:


-Muhammed b. Marid diyor ki: ‘İmam Sadık’a (a.s) ‘İmanın varsa istediğini yapabilirsin.’ dediğinizi duydum 

doğru mu?’ [28] diye arzettiğimde İmam (a.s) bunu teyit etti. Ben şaşırarak ‘İmanlı kimse hatta zina edip, 
hırsızlık yapıp şarap içsede mi?’ diye yeniden sorduğumda ‘İnna Lillah ve İnna ileyhi raciun’ diye buyurdu, 
‘Benim sözümden böyle bir şey çıkarmak çok insafsızlıktır. Bizler (Masum İmamlar) her amelimizden 
sorumlu olduğumuz halde Şiilerimiz hiç bir şeyden sorumlu olmasınlar mı? Benim bu sözümün manası 
şudur: İmanın olursa, ister küçük olsun, ister büyük güzel amelden istediğini yap; zira (imanın olduğunu 
varsayarsak) Allah amelini kabul edecektir.’ [29]

-Bir başka rivayet şöyledir: ‘Ali’yi sevmek güzel ameldir; bu sevgiyle hiç bir günah insana zarar vermez.’ 

[30]

Önceki rivayetlerde olduğu gibi bu tür rivayetlerden de, Şii her türlü günahı işleyebilir, şeklinde yanlış 

sonuç çıkarılabilir. Nitekim şairin biri diyor ki:

Haşr günün hesabı Ali’nin elindeyse


Ben kefilim istediğin günahı işle!


Ne var ki, Ehl-i Beyt’i (a.s) sevmenin, ister dünyada olsun, ister ahirette, Şiilere fayda sağlayacağına, onlara 

yardımcı olacağına ve büyük günahlar için aracı olup şefaat edeceklerine inansakta bu, kesinlikle 
yukarıdaki şiirden anlaşılan şey olmayacaktır. Şairin mübalağa yaptığını söylersek yanlış söylemiş olmayız. 
Zira Ali’yi seven kimse sorumsuz ve dininin düsturlarına mukayyed olmayan biri olamaz. Evet, böyle biride 
başkaları gibi yaşamında hatalara düşebilir. Ama Allah ve velilerini sevdiği için Onlar kendisine 
darılmasınlar diye [31] başka günah işlemez, Ehl-i Beyt’e olan iman ve sevgisi yalan bir slogandan ibaret 
olmasın diye hemen tövbe eder ve telafi yoluna gider.

5- Bazı rivayetler insanı umutlandırıyor, bazıları da endişelendiriyorsa bunun nedeni, ne imanlı insanlara 

her türlü günahı işleme izni vermekte, ne de eğer günah işlemişse Allah’ın geniş rahmetinden ümitsizliğe
 düşürmektedir.

İmanlı bir kimse Allah’ın affına ümitli olmalıdır. Çünkü Allah affedeceğine dair vaat vermiş ve herkese 

(mümin olmayanlarada) tövbe kapısını açık tutmuştur. Ayrıca insan güzel ameller yaparsa onun geçmişte 
yaptığı yanlış amelleri telafi edeceğini de (Tekfir=Örtme) vurgulamaktadır. [32]

Kaldı ki, insan günahkar olarak ölebilir veya günahlarının çokluğundan dolayı ömrünün sonuna kadar tövbe

 etmek nasip olmadığından imanını kaybedebilir ve sonuçta Peygamberin (s.a.a) ve Masumların (a.s) 
şefaatine nail olmayabilir. Yine bazı günahlar ve kötü davranışlar veya daha önce yapılan güzel amellerin 
yokolmasına veya etkisiz hale gelmesine neden olan imanın zayıflaması ve yokolması ihtimalinden dolayı 
(tedbir), [33] imanlılarda endişe duyabileceklerdir. Bu yüzden manevi yaşamda hem ümit içinde olunmalı 
hem de endişeli ve bu iki kanatla güzel bir şekilde hedefe doğru yol alınmalıdır.
----------------
[1] -Bu alanda Vesail-uş Şia, c.15, Bab:46 (Sakınılması Gereken Büyük Günahların Belirlenmesi Babı) s.318 ve 
sonrasına bakabilirsiniz. Yine bu konu için bkz: Soru:843 (Site:914)

 [2] -Mürcie’nin söz konusu ayetini delil diye getirmesi ve onun reddi hakkında bkz: Tayyib, Seyyid 

Abdulhüseyin, Atyeb-ul-Kur’an Fi Tefsiri’l-Kur’an, c.1, s.258-259, İntişarat-ı İslam, Tahran, H.Ş.1378.

 [3] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, c.2, s.409, H.1, Daru’l-Kütübi’l İslamiyye, Tahran, H.Ş.1365.



 [4] - ‘Hüküm ancak Allah'ındır’ ( En’am/57; Yusuf/40 ve 67 )


 [5] -Daha fazla bilgi için bkz: Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Nümune , c.9, s.418-419, Daru’l-Kütübi’l İslamiyye,

 Tahran, H.Ş.1374.

 [6] -Haricilerin itikatlarını çürütme konusunda birçok rivayet vardır. Örneğin Biharu’l Envar, c.33, s.421, 

Bab:25 (Müessessetü’l Vefa, Beyrut, H.K.1404)’de ki rivayete bakabilirsiniz.

 [7] -Nehcü’l Belağa, s.94, Hutbe:61, İntişarat-ı Daru’l-Hicret, Kum, Bi Ta


 [8] -Bu deyim, Mutezilinin ‘Ne cebir var, ne de ihtiyar’ görüşünde de kullanılmış ve Şii’de onu teyit etmiştir, 

ama ileride de göreceğimiz gibi, Şia bu deyimi büyük günah işleyen müminin konumu hususunda kabul 
etmemektedir.

 [9] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, c.2, s.24-25, H.4.


 [10] -Mustazafların durumu konusunda daha bilgi için sitemizde yayınlanan: Soru:   15264 (Site:   15004) 


bakabilirsiniz.

 [11] -Gerçek müminleri tanımak için bkz: Soru:802 (Site:863)


 [12] -Muğniye, Muhammed Cevad, Tefsir-i Kaşif, c.1, s.139 (Şerh-i Tecrit’ten naklen), Daru’l-Kütübi’l-


İslamiyye, Tahran, H.K.1424

 [13] - Bakara/192 ve 225, En’am/147, A’raf/156, Ğafir/7, Nuh/10 vb. Bu ayetlerin bazılarında mümin 

olmayanlarında günahlarının bağışlanacağı belirtilmiştir.  

 [14] -İsra/25


 [15] -İmam Sadık’ın (a.s) ‘Biz büyük günah işleyenlere şefaat edeceğiz, ama gerçek manada tövbe edenler

 iyilerden olup, bizim şefaatimize de ihtiyaçları olmayacaktır.’ diye buyurduğu rivayet edilmiştir. (Hür Amuli, 
Muhammed b.el-Hasan, Vesail-uş Şia, c.15, s.334, H.20669, Müesseset-ü Alu’l-Beyt, Kum, H.K.1409)


 [16] -Nisa/48 ve 116.


 [17] -Kafi, c.2, s.284, H.18.


 [18] - ‘De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin; 

şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe yok ki o, suçları örter, rahimdir.’ (Zümer/53)

 [19] -Nehcü’l Belağa, s.255, Hutbe:176.


 [20] -Usul-u Kafi, c.2, s.284-285, H.21 örneğinde olduğu gibi Şianın İmamlarından (a.s) gelen, büyük günahı 


olanların iman diaresinden çıktıkları hususundaki rivayetler, imanın derecelerinden düşmek demektir, 

yoksa tam olarak imandan çıkmak manasına gelmez.



 [21] -Vesail-uş Şia, c.18, s.313-318, Bab:11’deki rivayetlere bakınız.


 [22] -a.g.e, c.27, s.391, H.34032.


 [23] -a.g.e, c.25, s.312, H.31987.


 [24] -a.g.e, c.15, s.338, H.20683.


 [25] -a.g.e, c.29, s.32, H.35077.


 [26] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, c.2, s.279, H.9.


 [27] -Vesail-uş Şia, c.15, s.337-338, H.20681.


 [28] -Rivayetin diğer kısımlarına baktığımızda sanki ravi İmamın sözünü ‘İman sahibi olmakla istediğin 

günahı işleyebilirsin!’ şeklinde anlamıştır.  

 [29] -Vesail-uş Şia, c.1, s.114-115, H.287.


 [30] -İhsai, İbn-i Ebi Cumhur, Avali’l Leali, c.4, s.86, H.103, İntişarat-ı Seyyid-iş Şüheda, Kum, H.K.1405


 [31] -Peygamberimizin (s.a.a) ve Masumların (a.s) imanlı insanların günahlarından dolayı onlardan rahatsız 

olup darıldıkları hususunda rivayetler vardır. Örnek olarak bkz:Vesail-uş Şia, c.16, s.107-108, H.21105 vs.

 [32] - Bakara/271, Al-i İmran/195, Nisa/31, Maide/12 ve 65, Enfal/29, Ankebut/7, Zümer/35, Feth/5, Teğabun/9, 


Talak/5, Tahrim/8 vs.

 [33] - Bakara/217, Maide/5 ve 53, En’am/88, Hud/16, Ahzab/19, Zümer/65, Hucurat/2 vs.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder