29 Kasım 2012 Perşembe
KERBELA ŞEHİTLERİ..
Hz. Peygamber, Uhud Harbinde Mekkeliler tarafından yaralanınca, akan kanlar başını tamamen kızıla boyar. Adeta bu hatırayı yad etmek isteyen Hz. Ali, iştirak ettiği diğer savaşlarda başına kırmızı bir taç takar. Kızılbaş tabiri de bundan ötürü verilmiş ve kullanıla gelmiştir.
Evin ÇİÇEK/ Koçgiri, Batı Dêrsim’de toplama kampları
Evin ÇİÇEK/ Koçgiri, Batı Dêrsim’de toplama kampları
SAYIN EVİN ÇİCEK İN DEĞERLİ ARAŞTIRMA VE
BİLGİLERİNDEN YARARLANMAK ZORUNDAYIZ.
ULAŞMAK ve GEREKLİ İZİNLERİ ALMADIĞIMIZ İÇİN KENDİSİNDEN
BİZLERİ MAKUL GÖRMESİNİ BEKLERİZ.
SAYGILAR..
İMRANLI-DER BLOG EKİBİ
Evin ÇİÇEK/ Koçgiri, Batı Dêrsim’de toplama kampları
Merkez ordusu komutanı emrine verilen uçaklarla nereleri bombaladı, hangi kimyasal maddeleri kullandı?
Naziler toplama kampları uygulamalarını ittihatçılardan(kemalistlerden) örnek mi aldılar? Koçgiri’de kaç “toplama kampı” oluşturuldu? Araştırmak, bulmak, sorgulamak, yorumlamak Koçgirililerin görevi. Öğrenmek ve öğretmek zorundayız.
Yahudiler Almanların toplama kamplarında yaşadılar, sağ kalabilenlerden hafızalarını koruyabilenler anılarını yazdılar. Sosyal kurumlarıysa gerekli olan destekleri sunup, olmsaı gereken sorumlulukları gösterip yazılanları bastırdılar, filmleştirdiler. Unutulmalarını, kaybolmalarını önlediler.
İnsanlar Yahudi inancından olanlara yapılanları Yahuidilerin anlatımlarıyla öğrendiler. Almanlar yani uygulayıcılar değil, özel uygulamalara maruz kalanlar, denekler gibi kullanılanlar gerçekleri anlattılar. Koçgiri’de toplama kamplarını, toplama kamplarına mahkum edilenlerden dinlemek en doğru yaklaşımdır.
Mustafa Kemal’in yoldaşı, özel çete birlikleri, laz alayları komutanı Topal Ostapis (Topal Osman Ağa), Merkez ordusu komutanı balkan göçmeni Arnavut sakallı Nuredin Paşa ve Mustafa Kemal’in özel emirleriyle, uygulamalarıyla Koçgiri’de hazırladığı sahne; yakma, yıkma, gasp, öldürme, tecavüz, sınırdışına sürgün ve toplama kampları.
Müslüman olmadığımızı bildiklerinden tehdit ederek, eziyet etmek, acı çektirmek, açlıkla teslim almak, terbiye etmek için bizleri Muhamedi inancından olan kişilerin yaşadıkları yerleşim birimlerinde hazırladıkları toplama kamplarına “camp de concentration – the concentration camp” göndermişler, toplamışlar. Günlerce o kamplarda kalmışlar.
Yado; 1921’de Topal Osman güçleri Beko’ların tepesinde vurmaya başlıyorlar. Koçkıri deresinden, Çıragedik’ten, Yenice köye doğru ilerliyorlar. Yenice’de, halkı büyük bir evde topluyorlar. Evi tutuşturmak istiyorlar. İnsanlarımızı yakmaya hazırlanıyorlar. İnsanları çıkarıp, bağlıyorlar. Çengeli dağından yana götürüyorlar. Hepsini işkenceyle öldürüyorlar. Dursun Yelgel götürülenler arasındadır. Karnını yırtmışlar. Başının sağ tarafındaki kemik koparılmış. Yırtılan karından bağırsaklar dışarı çıkıyor. Adam sag kalmış ve o yaralarla kendi köyü olan Sıdıklar(Sıddıqan) köyüne dönmüş. Kendisini bulanlar yaralarını temizleyip, karnını dikiyorlar. Dursun Yelgel 1990’lar da öldü. Vahşetin tanığı ve vücuduyla da yürüyen bir anıt gibiydi.
Koçgiri, Resulan, Yêran, Qalqanci, Beko köylülerini Çıragedig’e götürüp Dûven dağında, Yenice’de öldürüyorlar. Kimisini akarsuya atıyorlar, kimisini vuruyorlar. Mermi harcamamak için çaya atmayı tercih ediyorlar. Süngülerle bedenleri yırtıyorlar. Yazıkwey-Yazıfatê ’den 35 erkeği Hacıdere denilen yere götürüp, Çalgan’dan aşağı atıyorlar.
T. Osman ve güçleri dağlık yerlere giremiyorlar, çıkamıyorlar. Girdikleri yerleri yakıp, yıkıyorlar. Dağlara sığınanlar sağ olarak kurtulabilenlerdirler. Bizim gelinlerimiz, kızlarımız kafirlerin ellerine geçmemek için kendilerini sulara bırakıyorlar. Peştamallarıyla gözlerini kapatarak kendilerini bahar sularına atıyorlar. Sular boğulmuş bedenleri kenarlara taşıyorlar. Bu insanların üzerlerinde bulunan altın, gümüş vb. eşyaları vurguncular, Laz alaylarının mensupları çekip çıkarıp alıyorlar. Ölüleri soyuyorlar. Görenler, tanıklar, derileri soyulmuş bedenlerden bahsederlerdi. Bekolar, Çıragedigi etrafındaki köylerin insanları Yenice’nin oradaki Karabudak (Qerebıdax – Çamezın) suyuna bedenlerini teslim ediyorlar, boğulmayı tercih ediyorlar.
T. Osman korkunç, zalim bir tipleme. Sanki insanlara eziyet etmek, işkenceyle öldürmek için özel eğitim almış. İnsanların, insanlığın düşmanı bir karadenizli. Kesinlikle sevgi taşımayan, öfke, sevgizlik, saygısızlık depolamış bir tip. Koçgiri’de, Karapuar’dan (Qerepar), Boxazwêran’e(Bogazören) doğru giderlerken Mahmud Ağa’yı yakalıyorlar. T.Osman, Mahmud Ağa’nın hizmetkarlarına zorla istediğini yaptırıyor. Onların ellerine verdirdiği kendiri Mahmud Ağa’nın boynuna geçirtiyor. Onu aynen bir hayvan gibi çeke, çeke köyün etrafında dolaştırtıyor. Dişlerini tek, tek çektirtiyor. Bir yandan da davul-zurna çaldırıyor. İşkenceyle, eziyetle Mahmud Ağa’yı konağın önünde öldürüyorlar. Mahmud Ağa Gemecug’luydu ve T.Osman’a teslim olmuyor, bu şekilde zulümle öldürülüyor.
Laz alayları öldürücü silahlarla donatılmış olarak geliyorlar. Dönerlerken de sadece hayvan, halı, kilim, yiyecek maddeleri, altın, gümüş değil, talan ganimeti olarak bayanları da esir alıp, kendileriyle birlikte götürüyorlar.
Reşo;1329 doğumluyum. Babam 1920′de Rus cephesine gitmiş. Geliyor, tekrar gönderiliyor. Bir daha da dönmüyor.
Nisan ayıydı. Geldiklerini duyduk. Çengelli’nin altındaki ormanlık alana sığındık. Günler geçmeye başladı. Askerler gündüz gelip dolaşıyorlar, gece Bahtiyar (Bextiyar) köyüne dönüyorlardı. Biz sığındığımız yerden onların gelişlerini seyrediyorduk. Geldiler, bizim köye ulaştılar. Evlerin üzerinden dumanlar yükselmeye başladı. Evleri yakıyorlardı. Döndüler, Sogıtli’nin altındaki kaşta (kayalık yamaç) toplu katliam yaptılar. İptida Babus’a geldi. Topal Osman ve Lazlar 1 aya yakın buralarda kaldılar. Yakaladıklarının başlarını ezdiler. Yakalayamadıklarını uzaktan hedef alarak öldürdüler.
Çengeli bizim için kutsaldır. Ziyarettir. 40 yerden su kaynar. Dağın eteğindeki köylerin insanları oraya çıktılar. Purun (beyaz renkli kayalık-mermer) arka tarafındaydık. Zera ve Maciran (İmranlı) tarafından da gelenler olmuştu.
Giliceg ‘li Hemo, Bandıra’dan Mıstoy Cindi ve diğerleri birlikte Zera’yı bastılar, aldılar. Amaçları Kürd devleti kurmaktı. Müfrezeyse “Kürdü islah” adı altında geldi ve milletimizi kırdı.
İnsanlarımız dağlara kaçtılar. Dağlara ve ormanlara sığınanlar kurtuldular. Saf olup teslim olanlar “Bize bir şey yapmazlar.” diyenler, kuzular gibi ölüme gittiler. Osmanlı görevlileri ellerine geçirdiklerini kırdılar. Çiyaysurık (Kızıldağ) tarafındaki ileri gelenlelerimizi vurdular. Ellerine geçenleri vurdular. Tabiki çok insan kırıldı. Sayıyı bilemem.
Öldürülenlerden hatırladıklarım mı? Çimen köyünden (şimdiki adı Yoncabayırı ) Seyd Divane vardı. Onun oğlu İbrahim ve Haydar Bey’lerin katibi İsmail Efendi. İsmail Efendi sayğı değer bir insandı. Onu da Boxazwêran ( Bogazören) de başka insanlarla birlikte kurşuna dizdiler. Orada çok insan kurşunlandı. Çomeldin sırtlarında öldürülenler vardı. Diğerlerini hatırlamıyorum.
Kadın ve kızlara yapılanlar; bizim tarafta ellerine az sayıda kadın ve kız geçti. Diğer tarafları bilmiyorum. Bayanlarımız osmanlı çetelerinin, müfrezelerinin kendilerine yapabileceklerini tahmin ettiklerinden, bildiklerinden dağlara kaçmayı ihmal etmediler. Dağlar onları ve bedenlerini kurtardı. Tabi biz çocuktuk. Yanımızda konuşulan şeyler belliydi. Yakalananlara yapılan uygulamalar açık şekilde anlatılmazdı.
Çeteler, müfrezeler gündüz gelir buraları dolaşır, insan ararlardı. Buldukları her şeyi yakar, öldürürlerdi. Köyleri yaktılar. Olay bittikten sonra Diyarbakır’da görevli olan Ethem adında bir albay gönderildi. O da ölmeyen, sağ kalan insanlarımızın hepsini cepheye, savaşa sürdü. Kürdlerden zor, şiddet altında askeri birlikler oluşturup kendi savaş cephelerine gönderdiler.
Köyleri bir araya topladı. Değişik yerlerde toplama merkezleri oluşturdular. Bizim köy halkıyla, çevre köylerin halkını Bognax (Boğnak) köyüne topladılar. Biz altı ay sonra kendi köyümüze dönebildik. Çengeli’nin arka yamaçlarında, tarafında yaşayanların durumunu bilmiyorum.
Toplar; topları nerelere mi yerleştirmişlerdi? Arbê-Tarbas ve Çomeldin arasında bulunan köy- köyünün altına bağlamışlardı. Derecux köyünün sırtlarına, Çengeli dağına ve yamaçlarına atıyorlardı. Derecux köyünün yukarısın da bulunan pagların (yıkılmış evler) yanına makinalıları bağladılar. İnsanlarımızın bir kısmı bu arka ormanlık alandaydılar. Makinalılarla ormanlık alanı taramaya başladılar. İnsanlarımızın oralar da saklandıklarını biliyorlardı. Atılan toplar Çengelli’in yamacına, purlara düşüyorlardı. Biz dağın diğer tarafına ulaşmıştık. Orada atılan toplardan ölen olmadı. Katır topu kullanıyorlardı. Gülleler 20 santim vardı. Biz daha sonra patlamayan gülleleri topladık. Topların bir bölümünü Bextiyar köyünün puruna yerleştirdiler. Oradan da Çengeli’yi ve çevre yerleri gülle atışına tuttular.
Bahardı, buralarda kar erimemişti. Dışarıda, ormanların içinde, kayalıklarda yatıyorduk. Gizliden ateş yakmaya çalışıyorduk. Çengelli’nin arkasında bir hafta kaldık. Yerler yaş, bazı kısımlar karlıydı. Çok üşüdük, çok soğuktu, donmadık! Donan olup olmadığını hatırlamıyorum. Donmayla yüz yüzeydik. Saklanabilenler, bulabilenler mağaralara da girmişlerdir.
O koşullarda nasıl mı besleniyorduk? İnsanlarımız kaçarlarken götürebildikleri kadar un sırtlamışlardı. Dağlar da görünmeyecek şekilde ateş yakıyor, hamuru ısınan kaya parçasının üzerine yapıştırıyorduk. Yarı çiğ şekilde yiyorduk. Büyüklerimiz tehlikeyi göze alıyor, geceleri köylere iniyor, yakılamayn, yanmayıp da kalan yiyeceklerden sırtlayıp getiriyorlardı.
Yalnızca Mustafa Kemal’in emrine göre hareket eden Osmanlı düzenli ordusunun çeteleri, müfrezeleri değil, çevre de bulunan Müslüman ve Kürd olmayan köylerin insanlarıda çeteler gibi silahlandırılmışlar, aynen diğer çeteler ve müfrezeler gibi onlarla birlikte bizlere saldırıyorlardı. Onlar da merkez ordusuna bağlı güçlerle birlikte bizlere ait olan eşyaları taşıyabildikleri kadarıyla taşıyıp, götürdüler. Bize bir şey kalmadı. Bu tarafta Bextiyar ve Babus köylüleri tam talancıydılar. Hem talancı, hem katil. Karadeniz bölgesinden gönderilen alay mensupları çetelerle birlikte bizleri öldürüyorlardı. Bize karşı bizim yolumuzdan olmayanlarım Müslüman ve Kürd olmayanların yaklaşımı, tutumu birdi. Hayvan, ev, eşya bir şey kalmadı. Evlerimizi sırtlayıp götüremiyorlardı, onları da yaktılar.
Evimiz dolu yataktı. Bir parça yün bırakmadılar. Döşek yüzlerine eşya dolduruyorlardı. Götüremedikleri yünleri dere, tepe serpiştirmişlerdi. Döndüğümüzde çalıların tuttuğu yün parçalarını topladık. Bize bir tek cacım (çok ince eğrilen yünden yapılan örtü) kalmıştı. Topladığımız yünleri o cacıma doldurduk. Onun üstünde yatıyorduk. Üstümüze de keçi kılından yapılmış karaçul (astır) seriyorduk. Bazı evlerde o da yoktu. Yerde yatıyorlardı.
Hayvan var mıydı? Merkez ordusu mensupları ve osmanlı tarafından bölgeye yerleştirilenler, bize saldıran köylerin insanları buldukları bize ait hayvanları da kendileriyle birlikte götürüyorlar, ya da kurşunluyorlardı. Sadece kendimizle birlikte dağlara kaçırabildiğimiz hayvanlarımız sağ kaldı. Bu köylerin hayvanlarının büyük bölümü Bextiyar ve Babus köylüleri tarafından alınmıştı. Vurgundan sonra sağ kalan insanlarımız o köylere gittiler. Hayvanlarını aradılar. Hayvanlarımızdan kesilmeyenler, yenmeyenler kalmıştı. Hayvanlarını tanıyıp alanlar oldu. Bizim köylü Kerrê Eziz’in ebesi 6 keçisini tanıyıp aldı. Zaman içinde hayvan çoğaldı.
Bextiyar köyü konuşulmaya, anlatılmaya değer. O köyde kaç ev mi vardı? 60-70 haneydi. O köylüler beni, 6 kadını ve onların çocuklarını köyümüzün altında esir aldılar. Cin Mevlüt (Hacı Mevlüt) denilen kişi 3 keçiyi belindeki kuşağa bağlıyarak, bizimle birlikte o hayvanları da Bextiyar’a götürdü. Yağmur yağıyordu. Üstümüz tümüyle ıslaktı. Bizi ilkin bizim yolumuzdan olan Türkmenlerle, bir kesimi Çimen köyünden olan Kürdlerin birlikte yaşadıkları Bognax köyüne götürdüler. O köyde türkçe konuşuluyordu. O köy de kadınlar süt kaynatıp, bize içirdiler. Bextiyar köyündeyse babamın dostları varlardı. Onlar bizi korudular.
Emir verdiler.“Sağ kalanlar Bognax’a yerleşecek.”dediler.
Biz 6 ay sonra köyümüze dönebildik. Arpa unundan helva yapıyorduk. Adı helva! Sadece tuz koyuyorduk. Sorxacımız ( yağ, sogan vb.) yoktu. Açlığımızı o şekilde gideriyorduk. Onun bunun elini gözlüyordum ki bir parça ekmek vereler de yiyem. Ben bu köylerde sırtımda torba 8, 10 sene döşürdüm (dilendim). Baba 1920’de gitmiş ve ölmüş. Merkez ordusu alayları mensupları, müfrezeler hiç bir şey bırakmamışlar. Ne yapacaksın ?
Sabit bir noktada kalmadık. Merkez ordusu alayı Bextiyar’daydı. Kuruçay (Quruçay) ve diğer tarafların durumunu bilmiyorum. Hadiseden evvel buralar da devlet Haydar ve Alşan Bey’lerdi.
Kızılbaş-Türkmen köylerinin halkı ne durumda mıydı? Onlar da bizimle birlikte kaçıyorlardı. Bognax köyüne Çimen’li Tomo’nun bir kardeşi de yerleşmişti. Köyün bir kesimi Türkmendir. O köyden 6 yaşlı erkek teslim oldular. Onların düşüncesi şuydu “Biz yaşlıyız, bize dokunmazlar.” Teslim olan o insanları getirdiler. Sogıtli köyünün altındaki tepe de kurşuna dizdiler. Ellerine geçirdiklerini öldürdüler.
Ne kadar insan Dêrsim’e gitti, yolda koşullardan dolayı ne kadar insan öldü?
Ben onu bilemeyeceğim. Hareketi yönetmeye çalışanlardan gidenleri biliyorum. Zaten Dêrsim’den de yardım istenmişti. Beylerimiz diyorlardı “Bize yardıma gelin. Zara’yı alak. Hükümetimizi ilan edek. Osmanlı’yı uzaklaştırak.”
Buradan zorla Osmanlı’ya askerlik yapmaları için götürülenler silahlarını alıp, kaçıp geliyorlardı. Kaçıp gelen çete-savaşçı değil, sosyal isyancı, osmanlı idari yapısının kurallarına karşı çıkan birey-oluyordu.
Kürtler beşli tüfek denilen silahla savaşıyorlardı. Mermiler nerden gelirdi, kendilerimi yapıyorlardı bilmiyorum. Bana göre o dönem en iyi savaşanlar Bandıre ‘lı Mıstêy Cındi, Giliceg ’li Hemo, Alcaci ‘li Mamê Ağa, Qercewêran ‘da (Karacaviran) Mılle Mıstê, benim hatırladıklarım bunlar. Bunlar Rus harbine götürülmüşler, oradan kaçıp gelmişlerdi.
O dönem yaralı olupta kurtulanlardan Boxazwêran’da İsmail Efendi’yle birlikte kurşunlanan Seyd Heydê vardı. O boğazından 7 yara almıştı. Cesetlerin altında kalmış, ölmemişti. Yaşadı ve boğazındaki izler belliydi. Onun Çimen köyündeki ocağını her ziyaret ettiğimizde yaşadıklarını anlatırdı.
Buralardaki tek, tek mezarlardan haberim var. Tek, tek öldürülenler yakınları tarafından gömüldüler. Çomeldin li Durso’nun annesinin mezarı Çiman’a giderken yolun üzerindedir. Maciran’ın köylüleri, Qêrêpar, Axgul, Sıddıqan, Qêrcêsar köylerinden insanlar teslim olmuşlardı. Kendilerine bir şey yapılmayacağını sandılar. Onları Babus’a getiriyorlar. Oradan da yürüte, yürüte bu aşağı ki dereye getiriyorlar. Bu vadi de hepsini kurşuna dizdiler. Erkeklerin perçemleri şu üstünde bir o yana, bir bu yana gidip, geliyordu. Kimse onları gömemedi. Kargalar ve kartallar o insanları yediler. Koca, koca kuşlar, kerxwarlar(akbaba), hûliler o yamaçları sarmışlardı. Biz korkudan o tarafa gidemezdik. İnsanlarımız dağlara kaçmasalardı, kimse sag kalmazdı.
Ethem Paşa’nın cepheye gönderdiği insanların hepsi kaçıp, geldiler. Yalnız iki kişi onlar için savaştı. Onlara da madalya vermişlerdi. Bunlar İncekwey’lü Abidin ve Dizwezû’nden Hüseyin’di. Kimse Osmanlıya askerlik yapmak istemiyordu. İnsanları zorla götürüyorlardı.
Osmanlı devleti M.Kemal’in emriyle buraya subay ve askerlerini gönderirdi ki “eşkıyaları“ yakalasınlar. Gelenler “eşkıyadan“ da eşkıyaydılar. Çavuşlar ve astsubaylar bizi soyuyorlardı. Elimizde kalan hayvanı da onlar zorla alır, kesip yerlerdi.
Ne zaman mı? Mustafa Kemal’in devrinde. Esas eşkıya Mustafa Kemal’in gönderdikleriydiler. Elimizde kalanı, var olanı da onlar yediler. 1 çavuş ve 6 jandarma 1 hafta bizim köyde kaldılar. Kendileri köyde oturdular. Biz köylüleri de köyün etrafındaki tepelere gönderdiler. Bize “Yerinizi alın ve ateş yakın.” diyorlardı. Neymiş, ateş yakınca çete gelmeyecekmiş! Biz ateş yakmakla uğraşırken, onlar köyde oturup, iştahla hayvanlarımızı közde pişirip yiyorlardı. Kendilerine göre “bizi korumaya“ gelmişlerdi. Biz onları “çete“lerden korur duruma düşmüştük. Bir gece Çavuş beni döverek Ortax köyüne gönderdi. Bana “Diyabê Kûr’den ( kör Diyab ) bir keçi al gel. ” dedi. Gece karanlık, gitmeye mecbursun. Yola düştüm. Karanlık, göz gözü görmüyor. Korkuyorum. Bir süre gittikten sonra dönmeye karar verdim. Gerisin geriye köye geldim. Çavuşa, önüme ayı çıktı, gidemedim, dedim. Beni dövmeye başladı. “ O ayıysa, sende kurtsun. Ayı sana ne eder ? Siktir ol git. Gidip getireceksin.” dedi. Bir yanda dayak, bir yanda yırtıcı hayvanlar! Zaten dayağımı yedim. Mecburen tekrar yola düştüm. Epey yürüdükten sonra köyün muhtarı Alo’yla karşılaştım. Elinde bir keçi, yukarıdan aşağı doğru geldi. Birlikte döndük. Keçiyi kesip yediler.
Dağ bayır da bize nöbet tutturur, kendileri de oturur rahat, rahat güzelleri gözetlerlerdi. Milletten çeker, yerlerdi. Kimse kendilerine karşı da çıkamazdı. Herkes canından korkuyordu. Kimi kime şikayet edeceksin? Biz karakollardan neler çektik! Qêrcewêran, Bolıcan, Maciran nahiyeydiler. Zara ilçeydi. 1948′lerde Maciran ilçe oldu. Zara’dan her köye 5, 6 jandarma gönderirlerdi. Köyümüzün arka tarafındaki, Almaseki ’de jandarma karakolunu biz köylülere yaptırdılar. Çoğu yerde karakol yoktu. Jandarma seyyar dolaşırdı. Durakları Bextiyar’dı. Orada karakolları vardı.
Biz açlık, yoksulluk, dayak, ölüm her şeyi gördük. Biz çektik. Çobanlık, hizmetçilik her şeyi de yaptım. İsterim sizler rahat olasınız. Yaşadığım her şeyi çok iyi hatırlıyorum. Gözlerim kapandığında bildiklerim de benimle birlikte, bu köy de, Derecıx’da toprağa gömülecek.”
Durso; 1334 (1918) doğumluyum. Yaşamım üç sözle anlatılır. Açlık, perişanlık, rezillik. Aha gördüğün bu meşelerin altında büyüdüm. Koçgiri vurgunu sırasında ben küçüktüm.
Babaannem beni sırtında bu dağlarda gezdirerek, hem kendisini, hem beni ölümden uzak tutmaya çalışıyor. Ben hatırlamıyorum. Yalnızca bizim bu mıntıkanın, Mılli’lerin yaşadığı yerlerin ve çevre köylerin durumunu biliyorum.
O dönemi nasıl mı değerlendiriyorum? Güçlü olan, silahlı olan her şeyi yapardı. Hak, hukuk, düzen yoktu. Bir yandan açlık, kıtlık geçerliydi. Bir yandan da zorbalık. Perişan bir halde büyüdük. Bedenimize bakan, nasıl büyüdüğümüzü, nasıl beslendiğimizi çok iyi anlar.
Giliceg ‘li Hemo yiğitliğiyle, savaşçılığıyla, nişancılığıyla ün salmıştı. Herkes ondan korkardı. Elinde dürbünü yer, yer dolaşırdı. Merkez Ordusu’nun askerleri her yerde onu arıyorlardı. Başına ödül konmuştu.
Cogi köyünün yaylasında babaannem ve bazı kadınlar esir düşüyorlar. Bizleri Bextiyar’a götürüyorlar. Orada kör Halil gelip kadınlara sorular soruyor. “ Hemo’nun yerini söyleyin, sizi bırakacağız.” teklifinde bulunuyor.
Pira Ano Hemo’nun öldüğünü söylüyor. Gömüldüğü yeri de belirtiyorlar. Onlar, inanmıyorlar. Serasker Topal Osman’a haber veriyorlar. Aloy Pire’yi bir tabur askerle birlikte Kewreş’e gönderiyorlar. Bextiyar köylülerinden bazıları da askerle birlikteler. Köylüler Hemo’yu tanıyorlar. Hemo’yu Çengeli’ye gömmüşler. Köye gidip mezarı açıyorlar.
Askerler, Giliceg ‘li Hemo’nun başını kesip mezardan çıkarmışlardı. Kesik başı ağaca takıp Bextiyar köyüne getirmişlerdi. Biz de o sırada orada esirdik. Kara Ali, kesik başı Kel Ömer’in evinin yanına koydu. Kara Ali’nin kızı kesik başa ilk taşlı saldırıyı yapanlardandı. Kesik başı Sivas’a götürdüklerini duyduk.
Köyümüze dönmemize izin verilmiyordu. Bizi Bextiyar köyünden sonra Bognax köyüne verdiler. Orada kaldık. Zaten köy de bırakmamışlardı. Aylar sonra yanmış, yıkılmış evlerimize döndük. Askeri sefer, harekat sırasında ve sonrasında bizi ölümle, açlıkla terbiye etmeye çalıştılar.”
Topal Ostapis: Topal Ostapis (Topal Osman Ağa) Koçgiri’den Pontos’a doğru giderkende öldürmeye, yakıp yıkmaya devam eder. Raporlarda Laz Topal Osman Ağa ve Koçgiri’den itibaren Canik (Samsun)a kadar gerçekleştirdiği uygulamalar:
“Osman Ağa olarak vahşiliği, kandökücü içgüdüleri, cana kıyıcılığı ile daha önce tanınan kişi, ileri gelen saygın greklerin büyük bir kesimini katletmiş olduğundan, mallarına ve zenginliklerine el koymuştur.
Osman Ağa, Grek (Yunan-Rum-Helen) ileri gelenleri, erkek nüfusu Temmuz ayında yurtlarından zorla uzaklaştırdı, sürgün etti; güzel bayanlara ve bakire genç kızlara gelince, onları kendisi ve adamları arasında bölüştürdü. Bu mutsuz insanlar, kadınlar ve çocuklar herşeyden yoksun bırakıldı, tamamen soyuldu, çıplaklaştırıldı, açlıktan öldürüldüler. Grekler toptan sistematik ve canavarca, vahşice imha edildi, kökleri kazıldı.
İnsan konvoyları yokuşları inerlerken, hükümetin öldürme görevini emi yerine getirmekle yükümlü kuruluş görevlileri, örgütünün mensupları ara vermeden kesintisiz bir şekilde onların üzerlerine ateş açtılar. Hayatta kalanlar tamamiyle soyuldular, üstlerinde ne varsa, giysilerine kadar çırılçıplak bırakıldılar. Osman Ağa kadın ve çocukları köyün bir kaç evine kapatmıştı. Osman Ağa onları diri diri yaktı.
O kadınları ve çocukları bir ırmağın kıyısında topladı, bir araya getirdi, orada hepsini katletti ve sonunda cesetlerini de ırmağa attı.
Köyler yakıldılar ve köylerde yeni evli genç bayanlar Osman Ağa tarafından en güzelleri seçilerek çetesinin şeflerine dağıtıldılar. Bu genç bayanlar günlerce aç susuz bırakıldıktan ve üzerlerine hayvanca muameleler uygulandıktan sonra, evlere kapatıldılar ve diri diri evlerle birlikte yakıldılar.
Osman Ağa ve çeteleri, Greklerin nesi varsa yoksa, onları bütünüyle soyup herşeyden yoksun bıraktıktan sonra, köylerini ateşe verdiler. Yangın boyunca korkunç sahneler oldu, sergilendi. Mahalelerin çıkışları kapatılmış, çıkış yolları kesilmişti. Kendi kendilerini kurtarmayı deneyenler öldürüldüler ya da yaşlı, çocuk, kadın farkı, ayrımı gözemeksizin, yeniden acımasız bir şekilde ateşe atıldılar.
Çocuklara ve bakirelere karşı işlenmiş, saygısız, terbiyesiz, utanmaz yüzsüz seks partilerini tanımlamak imkansızdır, mümkün değildir. “Kafirlerin yaşamaya hakları yoktur” diyerek evleri talan ettiler. Bu yağmalama her şey alınana kadar devam ettirildi. Sağ kalabilenlerden bir kesimi özellikle çocuklar açlıktan ve hastalıklardan dolayı öldüler. Gıda maddelerini satmak yasaklanmıştı. Satanlar hapis cezasına çarptırılıyorlardı. İnsanlarımız aç bırakılarak ölüme mahkum edilmişlerdi.
Köyler yakıldı; bu köylerde yaşıyanların evleri soyuldu mallarına, zenginliklerine el konuldu. Genç kızlar ve erkek çocukların ırzına geçtiler ve kendileriyle birlikte de götürdüler. Genç kızlardan bazılarıysa şiddete maruz kalmamak için kendi kendilerini asarak öldürdüler. Pek çok anne ve baba kendi kızlarının ve çocuklarının çetelerin ellerinde bu duruma düşmüş olmalarına tehamül etmediklerinden kendi çocuklarını kendi elleriyle öldürdüler. Grekleri toptan ortadan kaldırma seferi devam ettirilir. Kadın ve çocuklar zorla toplama kamplarına göçettirildiler, toplatıldılar. Hastalıklardan ve kötü uygulamalardan dolayı çoğu öldü. Güzel bayanlarsa kendilerini kamplara toplayan çeteler, jandarmalar tarafından herkesin gözü önünde en acımasız uygulamalara maruz kaldılar.”
Açlıktan ölme: Uygulanan ambargo bir soykırımdır. Çünkü insanlarımız bilinçli, proğramlı imha ediliyorlardı, nüfusumuz azaltılıyordu. Açlıktan parmaklarını yiyen çocuklarımızın bir parça ekmek için yalvarmaları, el uzatmaları boşunaydı. Soykırımcılarsa Kürdü bu durumda görmekten zevk alıyorlardı. Kurbanlarını ölümün son nefesine kadar terk etmekten şehvet duyuyorlardı.
Kaç yetim açlıktan öldü?
Kaç ölü gömülmeden günlerce bekletildi?
Gömülmeleri de yasaklanmıştı. Diriye zulm eden ölüyede zulm ediyordu. Ölülerimizin bedenleri boyunlarının etraflarına atılmış düğümlü halatlarla yerlerde süründürüyorlardı.
Öldürme mahkemeleri olan “İstiklal Mahkemeleri” “isyana teşvik etmekten ve Kürd devletinin kuruluşunda yer almaktan dolayı kaç Kürdü ölüme mahkum etti? Kaçı hapishanelerde boğuldu? Kaçı kürek cezasına mahkum edildi?
Toplama kamplarına kaç kişiyi doldurdular? Hangi uygulamalarda bulundular? Koçgirililerin milli kimliklerine sarılmaları, dönmeyi red etmeleri, yani Muhamedi-Müslüman inancından olmamaları Mitra-Zerdüşt yolunda, inancında diretmeleri, onların tehdit edilerek, sürülerek, eziyet edilmek, acı çektirilmek için Kürd olmayan insanların yaşadıkları köylerin çevrelerinde oluşturulan toplama kamplarına “camp de concentration- the concentration camp ” gönderilmeleri için yeterli neden, en büyük suçtu.
Topal Ostapis, Anadolu kıyılarının korsanı, Kürdistan’ın Kürdlerini terörize eden bu kişi çeteleri eşliğinde yerleşim birimlerine girip korku yaymaya başlar.
O gittiği yerlerde sadece serseriler, başıboşlar, avarelerle kepaze, haylaz, işe yaramaz kişiler tarafından karşılanır. Bu kişilerin amacı da onun çetesinde iyi bir yer kapmaktır. Resmi devlet çetesi olan zenginleşmeye başlar. Çünkü savaş açlık, yokluk, işsizlik demektir. Bu ortam ve nedenlerden dolayı Koçkıri’de de özel çeteler bulur ve kullanır.
Topal Osman, kendi adamlarına binaların yağmalanması ve bayanları sunma yetkisi vererek şiddet kokan zevk, eğlence saatleri organize eder. Bu durumu öğrenen Kürd bayanlarsa yerleşim birimlerinden kaçıp, uzaklaşmayı tercih ederler.
Kürdler osmanlının genel seferberliğine katılmazlar, katılmak istemezler. Çok sayıda Kürd asker kaçağının, firarisinin bulunmasının nedeniyse bu insanlar Osmanlı ordusundan kurtulmak için kendilerini gizlerler. Bunlar arasında jandarma tarafından yaklananalar kelepçelenerek toplama kamplarına gönderilirler. Yakalananlardan kamplara doldurulanlar seçilerek cephelere gönderilirler.
“Köyleri yakmaya başladılar. Yakıyorlardıki oturanlar, kalanlar ateşten, dumandan dolayı bulundukları yerlerden dışarı çıksınlar. Çıkanlar tümden kurşunlansınlar, dipçiklensinler.
Onlar bütün evleri tek tek en derin yerlerine kadar aradılar; bulduklarını boğdular. Genç kız ve bayanlara yönelik uygulamalarıysa, rezilliklerin detaylarıysa korkunçtu. Bütün rezillikleri yaptıktan sonra o bayanları topluca evlere kapattılar ve canlı olarak evlerle birlikte yakıldılar.”
Koçgirililerin gelecekte yapılacak sürgünlerden ve ardısıra gerçekleştirilecek olan toplu öldürmelerden korkmaları için sebepleri çoktur, çünkü geçmiş yıllardaki osmanlı askeri seferleri; yağma, talan, öldürme, sınır dışına sürme, tecavüz demekti.
Kürdlerin sistematik olarak imha edilmeleri projesi 1.Dünya Savaşı sürecinde ittihad-ı Teraki Komitesi’nin liderleri, Kürdistan cephesinde osmanlı ordusunu yönetenMustafa Kemal’la çalışma arkadaşları tarafından büyük ölçüde gerçekleştirilmişti. 1921’de de bu proje yine M.Kemal tarafından geride kalanlar üzerinde gerçekleştirilmeye başlanmıştı.
O zamanki İttihad-ı Teraki Komitesi-Partisi hükümeti Almanya ve Avusturya’yla birlikte Kafkasya, Ortadoğu, Önasya jeopolitiğinin, nüfus mühendisliğinin, soykırımcı projenin işbirlikçileriydiler.
Jeopolitik hedefleri anlayan Kürd ileri gelenleriyse daha öncesinde ve 1921’de kendi uluslarının mensuplarına yapılabilinecekleri gördükleri için korkarlar, tedbirli davranma geregi görürler. Yapılanları yazmaları, duyurmaları, müdahale istemeleri sonuç doğurmaz, çünkü Konstantinopl’da, Bağdad’da, Kahire’de, Hindistan’da “Yüksek Komiserliği”bulunan devletler de sömürgeleştirme, kullaştırma amaçlarına sahiptirler. Kürdistan’ın doğal kaynaklarına el koyabilmek, sömürgeleştirebilmek için direnen kürdü etkisiz kılmak tek hedeftir. Kürd ölüm, yok edilme tehditi altındadır.
Açlık, hastalık, sığınma pençesinde olan Hristiyan inancında olan koşmu halklara, azınlıklara Vatikan, Hristiyan dünyası yardım eli uzatır. Yiyecek, giyecek, ilaç gönderirler. Kürdse topragına gözdikenlerin ortak projeleri sonucu çıkarılan savaşda, oluşturulan ortamda yem olmama çabası, çırpınışı içindedir. Dostsuz, desteksiz ve tektir. Kendisinin toprağında ürettiğikleri osmanlı ordusu mensuplarınca gasp edilmişlerdir. Kürdistan dışına sürme seferleri, kıtlık, salgın hastalıklar ve yalnızlık her gün biraz daha fazla nüfus kaybı, azalması gerçekleştirmektedir.
Nurettin Paşa: Balkan göçmeni Bursa’ya yerleşmiş Arnavut, Mareşal İbrahim Paşa’nın oğlu, Bursa Şeyhi’nin damadı Nureddin Paşa savunma hazırlıklarını yaptığında, başkaldırılar olduğunda kullanılmak üzere İttihad-ı Teraki Komitesi birimlerince değişik yerlere depolanmış olan Osmanlı Ordusu’nun, yani komitenin silahlarını askeri hareket uygulayacağı bölgenin fedailerine, milislerine, çetelerine dağıtır.
Osmanlı Ordusu, ittihatçı yıkım örgütleri işgal ettikleri yerlerde herşeyi tamamen imha etmek için gerekli kullanma yetkisini aldıklarından çok rahat davranırlar. Hangi din ve ırkdan olursa olsun herkesi şiddete maruz tutarlar.
Nuredin-Osman ikilisinin şiddetlerine karşı çıkan, baş eğmeyen isyankar Muhamedi (Müslüman) inancındaki ailelere yönelik baskıları, şiddetleri ve Müslüman olmayan kitlelere uyguladıkları terör rejimi, bu rejimin uyguladığı terör Karadeniz bölgesinde Muhamedi inancındaki elit kesimi tepkilendirip, harekete geçirir. Koçgiri’deyse bu ikilinin Angora iletişimli terörlerine rağmen Kürd milli direniştedir, çarpışır. Kürde karşı alınmış olan çok şiddetli, aşırı sert önlemlere karşı Kürd milli isteklerindeki kararlılığını silahlı savunmayla dile getirir.
Bursalı şeyh damadı fanatik dincinin emri altındaki kişilerin korkunç zalimliklerinin, çapulculuklarının, yağmacılıklarının sorumluluğu kendisindedir. O, yayınlandığı bildirilerde, yaptığı açıklamalarda savaş alanlarında görev yapan, soykırım, insanlık ve savaş suçu işleyen bütün Osmanlı Ordusu subaylarında var olan insan sevgisizliğini, içindeki canavarın büyüklüğünü, hiddetini, farklıya olan tahamülsüzlüğünü, düşmanlığını göstermektedir.
“18’le 45 yaşları arasındaki erkekler, diğerleri gibi esir, tutsak kamplarına gönderilecekler.”
“Temsilciler kadın, erkek nüfus olarak ne kadar olduklarını bildirimde bulunmak zorundalar.”
“Kendi evlerinde ya da başka yerlerde savaş malzemesi bulunduranlar ya da evlerinde otoritelerin aradıkları tehlikeli kişileri barındıranlar, adamları ve silahları birlikte hükümete teslim etmek zorundadırlar. Bu emre bilerek uymayanlar, itaat etmeyenler ölüm cezasına çarptırılabilirler.”
“Emre karşı çıkanlar, malları ellerinde bulunduranlar 10 yıl zorla çalıştırma-kürek cezasına çarptırılacaklardır, malların değerine göre 10 ile 5.000 Tl para cezasına çarptırılacaklar.”
“Herkes elindeki silahları, mahiyetinde bulunan savaş malzemesini, cephane malzemelerini derhal teslim edecektir. İtaat etmeyenler askeri mahkemeye sevkedilecekler.”
“Bugünden itibaren bütün gösteri ve toplantılar yasaklanmıştır.”
Koçgiri’de soykırım yapılırken, toplama kampları hazırlanırken uluslararası alanda Koçgirililerin sesleri, çığlıkları olan, Koçgirililerin ihtiyaçlarını karşılamak için çırpınan Kürd Mustafa Paşa Yamulki Bey, Mevlanzade Rıfat Bey, Kürd Hakkı Bey, Xelil Rami Bedirxan Bey, Süreya Bedirxan Bey, Ekrem Cemilpaşazade Bey’lerin isimlerini anmamak haksızlık olur. Soykırım sonrası beyaz soykırıma tabi tutulan Koçgirili kuşakların tanımadıkları bu insanların çalışmalarından, çabalarından haberdar olmaları gerekiyor.
Bahsedilen köylerden bazılarının Kürdçe ve türkleştirilmiş isimleri: Gundê Fattê-Yazıfattê (Doğançal), Gundê Fidê-Yazı Fidê (Yaylacık), Gundê Xecê-Yazı Xecê (Beğendik), Giliceg (Koçgedigi), Tarbas – Arbe (Taşlıca), Ortax – Derecıg (Ortaköy), Cogi (Kaşlı-Yünören), Badun (Sarıçubuk), Bandıra (Bagyazı), Heram (Bardaklı). T.C. idari yapısında benim köyüm olan Çiman ve Çomeldin-Arçaylan-Ekrek köyleri birer mezra olarak kabul edilip, Yoncabayır köyü olarak idari yapılarına dahil edilmişlerdir.
Not: Koçgiri’nin doğru olarak yazılışı “Koçkıri” dir. Bölgeyi ele alan bütün arşiv belgelerinde bu şekilde yazılmaktadır. Bilgiler, haritalar Sevê Evin Çiçek’in arşivine aittir. İzinsiz kullanılamaz.
ALİŞÊR EFENDİ
ALİŞÊR EFENDİ
ALİŞÊR EFENDİ
Benden BİR dergisi için ALİŞER Efendi’nin portresi istendiğinde memleketim Dersim’deydim. Aklıma takılan ilk soru şuydu, O’nu hangi isimle anacaktım. Çünkü dersimliler kendi dillerinde O’na ARSEL Efendi, Türkçe konuşmalarında ise Alişêr Efendi, kimi yerlerde ise Alişêr Efendi diye anıyorlardı. Ben Ovacık nüfus kaydını esas aşarak ALİŞER’i yeğledim.
Yazım önerisi gelir gelmez ilk Alişêr ikonunu hafızama yerleştiren Babaannemin ve Seyit Rıza’nın kâtipliğini ve danışmanlığını da yapan amcam Ağa (Mehmet Ali Polat) ‘ın hafızama ektiklerini anımsadım. Tüm Dersim genelinde, ama özellikle ilçem Ovacık’ta efsaneleşen bu büyük insanı binlerce sayfa yazı ve makale yazmış biri olarak neden yazmadığım konusunda kendimi sorguladım. Bu öneriyle bu eksikliğimi giderme fırsatı verdiği için BİR dergisi Yönetimine teşekkür ediyorum.
Daha çocuk yaşlarımda büyüklerimin tanıklıklarından aktardıkları Alişêr Efendi; FILOZOF, şair, besteci, ozan, hekim, edebiyatçı, öğretmen diplomat, askeri bir stratejit ve örgütçü bir halk önderi kimliklerinden hangi birini vurgulayabilirdim ki …
“Beni, benden değil, başkalarından tanıyın”, fenomeninden hareketle O’nu dost ve düşmanlarından tanımak Yönteminin daha doğru olacağına karar verdim. O’nu yakından tanıyan ve birlikte yaşamış, halen hayatta olan insanlarla söyleşilerimin daha objektif olacağı kanısıyla, O’nun hakkında lehinde ve aleyhindeki yazılı kaynaklardan Oluşan araştırmalarımı kronolojik ve metodolojik olarak aktarmayı yeğledim.
Ancak istenen bir portre yazısı olmasına rağmen, Alişêr Efendi’nin Yaşamı halkı ve halkı da öz yaşamı olan bir zat olduğundan, olaylar kişiselliğin önüne geçerek, bir portre çalışmasını aşacak ve bu benim kusurum olmayacaktır. Ne yapalım bu şahsiyetlerin yaşamı ve kişiliği halk mücadelesi olduğundan, başka seçenek de kalmıyor zaten.
Alişêr Efendi’nin 1882′de İmranlı Azgêr (Atlıca) köyünde dünyaya geliyor. Hesenan’lılardan dır. Sivas’ta Öğrenim görmüştür. Bir süre Mustafa Paşa’nın kâtipliğini, daha sonra da Mustafa Paşa’nın oğulları Haydar Bey ve Alişan Bey’lerin, Refahiye Kaymakamlığında Danışmanlık ve katipliğini yapmıştır. Kâtipliğinden dolayı Koçgiri’deki aşiretler arasında tanınan, sevilen bir insan olmuştur. Alişêr Efendi, Koçgiri ve Dersim aşiretleri arasında birlik oluşturan bir örgütçüdür.
Dr Nuri Dersimi, öldürüldüğünde çok sağlıklı bir yapıda olduğunu belirtmekte, ESI Zarife’ye saygı her yönüyle takdir etmektedir ve duymakta.
“…. Alişêr, kendi akrabasından Zarife adında bir kızla evlenmiştir. Zarife; Boylu, Poslu her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip ve, simasında bir erkek cesaret ve yiğitliği okunan eşsiz güzellikte bir Kürt kızıydı. Kocası gibi Kürt milli davasına bağlı aynı büyük Amaçları takip eden eşsiz bir Kürt kızı olduğunu yaşamında Doğrudan ispat etmiştir. Zarife Kürt kadınları arasında Milli Uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alişêr’in milli faaliyetinde onun sağ kolu ve mücadele arkadaşı olmuştur. Erkek egemen Kürt toplumundaki tüm görüşmelerde kocasının yanında bulunarak söz ve kararlara katkı sunmuştur. Devamlı göğsünde çapraz duran fişekliği ve sırtındaki mavzeriyle silahlı mücadelede erkeklerden hiçbir şekilde geri kalmamıştır. Erkeklerle aynı sofrayı paylaşan ve Seyit Rızay’la aynı sofrada yemek yiyen ilk ve tek Kürt kadını olmuştur. Zarife Eşi Alişêr’e daima, Kürtçe arkadaş anlamına gelen heval diye Alişêr de eşine hevala mı () diye hitap etmiştir arkadaşım. Duygu ve fikir itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin çocuğu olmamıştır. Zarife uzun boylu, Poslu her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip ve, simasında bir erkek cesaret ve yiğitliği okunan eşsiz güzellikte bir kurt kızıydı.
Yazım önerisi gelir gelmez ilk Alişêr ikonunu hafızama yerleştiren Babaannemin ve Seyit Rıza’nın kâtipliğini ve danışmanlığını da yapan amcam Ağa (Mehmet Ali Polat) ‘ın hafızama ektiklerini anımsadım. Tüm Dersim genelinde, ama özellikle ilçem Ovacık’ta efsaneleşen bu büyük insanı binlerce sayfa yazı ve makale yazmış biri olarak neden yazmadığım konusunda kendimi sorguladım. Bu öneriyle bu eksikliğimi giderme fırsatı verdiği için BİR dergisi Yönetimine teşekkür ediyorum.
Daha çocuk yaşlarımda büyüklerimin tanıklıklarından aktardıkları Alişêr Efendi; FILOZOF, şair, besteci, ozan, hekim, edebiyatçı, öğretmen diplomat, askeri bir stratejit ve örgütçü bir halk önderi kimliklerinden hangi birini vurgulayabilirdim ki …
“Beni, benden değil, başkalarından tanıyın”, fenomeninden hareketle O’nu dost ve düşmanlarından tanımak Yönteminin daha doğru olacağına karar verdim. O’nu yakından tanıyan ve birlikte yaşamış, halen hayatta olan insanlarla söyleşilerimin daha objektif olacağı kanısıyla, O’nun hakkında lehinde ve aleyhindeki yazılı kaynaklardan Oluşan araştırmalarımı kronolojik ve metodolojik olarak aktarmayı yeğledim.
Ancak istenen bir portre yazısı olmasına rağmen, Alişêr Efendi’nin Yaşamı halkı ve halkı da öz yaşamı olan bir zat olduğundan, olaylar kişiselliğin önüne geçerek, bir portre çalışmasını aşacak ve bu benim kusurum olmayacaktır. Ne yapalım bu şahsiyetlerin yaşamı ve kişiliği halk mücadelesi olduğundan, başka seçenek de kalmıyor zaten.
Alişêr Efendi’nin 1882′de İmranlı Azgêr (Atlıca) köyünde dünyaya geliyor. Hesenan’lılardan dır. Sivas’ta Öğrenim görmüştür. Bir süre Mustafa Paşa’nın kâtipliğini, daha sonra da Mustafa Paşa’nın oğulları Haydar Bey ve Alişan Bey’lerin, Refahiye Kaymakamlığında Danışmanlık ve katipliğini yapmıştır. Kâtipliğinden dolayı Koçgiri’deki aşiretler arasında tanınan, sevilen bir insan olmuştur. Alişêr Efendi, Koçgiri ve Dersim aşiretleri arasında birlik oluşturan bir örgütçüdür.
Dr Nuri Dersimi, öldürüldüğünde çok sağlıklı bir yapıda olduğunu belirtmekte, ESI Zarife’ye saygı her yönüyle takdir etmektedir ve duymakta.
“…. Alişêr, kendi akrabasından Zarife adında bir kızla evlenmiştir. Zarife; Boylu, Poslu her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip ve, simasında bir erkek cesaret ve yiğitliği okunan eşsiz güzellikte bir Kürt kızıydı. Kocası gibi Kürt milli davasına bağlı aynı büyük Amaçları takip eden eşsiz bir Kürt kızı olduğunu yaşamında Doğrudan ispat etmiştir. Zarife Kürt kadınları arasında Milli Uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alişêr’in milli faaliyetinde onun sağ kolu ve mücadele arkadaşı olmuştur. Erkek egemen Kürt toplumundaki tüm görüşmelerde kocasının yanında bulunarak söz ve kararlara katkı sunmuştur. Devamlı göğsünde çapraz duran fişekliği ve sırtındaki mavzeriyle silahlı mücadelede erkeklerden hiçbir şekilde geri kalmamıştır. Erkeklerle aynı sofrayı paylaşan ve Seyit Rızay’la aynı sofrada yemek yiyen ilk ve tek Kürt kadını olmuştur. Zarife Eşi Alişêr’e daima, Kürtçe arkadaş anlamına gelen heval diye Alişêr de eşine hevala mı () diye hitap etmiştir arkadaşım. Duygu ve fikir itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin çocuğu olmamıştır. Zarife uzun boylu, Poslu her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip ve, simasında bir erkek cesaret ve yiğitliği okunan eşsiz güzellikte bir kurt kızıydı.
Alişêr ve Eşi Zarife Hanım Munzur Dağlarında
Alişêr 1914 de özgür bir Kürdistan için çalışmalara başlar. Ruslarla görüşür. Ermenilerle ilişki sağlar. Sivas (Sêwaz), Malatya (Meletî) ve Dersim’deki Örgütsel faaliyetlerin sorumluluğunu alır.
Zêrenîk’de (Ovacık) Osmanlının örgütlerini tasfiye eder. Kürt organizasyonunu harekete geçirir. 1919′da Kürdistan Teal-i Cemiyeti’ne bir mektup göndererek Dersim ve Koçgiri Kürtleri’nin tümüyle cemiyete bağlı olduklarını bildirir. Koçgiri hareketinde, Kürdistan ordusu oluşturulur ve komutan Alişêr’dir. Ankara’daki yöneticiler onun idam fermanını hazırlarlar, ama O, devletin hakkında verdiği Kararları umursamaz.
Ankara’ya İlk İsyan: Koçgiri [Temmuz 1920] ve
ALİŞER EFENDİ
Kurtuluş Savaşını bir kısım Kürtlerin ve Alevilerin destek ve katkılarıyla başlatabilen Ankara Hükümeti, Kürtlere ve Alevilere verilen ortak vatan, Eşit Vatandaşlık, Kürtlere özerklik veya otonomi haklarının verilmesi sözlerinden vazgeçip, tek millet (Türk), tek dil (Türkçe), tek din (İslam) , tek mezhep (Sünni) vb. ırkçı politika ve uygulamalara başlayınca, Ankara Hükümeti’ne ilk başkaldırı Temmuz 1920′de Koçgirî’de patlak verir. İsyanın hazırlık çalışmaları Alişan, Dersimli Alişêr ve Dr Nuri (Dersimi) tarafından yürütülmüştür.
15 Temmuz 1920′de aşiret reisi Mustafa Paşa komutasındaki bazı birlikler Zara’nın Çulfa Ali Karakolu’nu basarak, Türk kuvvetlerini esir aldılar. Bu baskın sonrasında Sivas-Erzincan arası ile Kangal-Zara ve çevresi Kürt birliklerinin denetimine geçti. Şadan Aşireti reisi Paso, Türk birlikleri için önemli bir nokta olan Erzincan’ın Refahiye (Gercanis) ilçesini işgal ederek askeri cephaneyi ele geçirdi ve fiilen yönetime el koyarak hükümet konağına Kürt bayrağı çekti.
Zêrenîk’de (Ovacık) Osmanlının örgütlerini tasfiye eder. Kürt organizasyonunu harekete geçirir. 1919′da Kürdistan Teal-i Cemiyeti’ne bir mektup göndererek Dersim ve Koçgiri Kürtleri’nin tümüyle cemiyete bağlı olduklarını bildirir. Koçgiri hareketinde, Kürdistan ordusu oluşturulur ve komutan Alişêr’dir. Ankara’daki yöneticiler onun idam fermanını hazırlarlar, ama O, devletin hakkında verdiği Kararları umursamaz.
Ankara’ya İlk İsyan: Koçgiri [Temmuz 1920] ve
ALİŞER EFENDİ
Kurtuluş Savaşını bir kısım Kürtlerin ve Alevilerin destek ve katkılarıyla başlatabilen Ankara Hükümeti, Kürtlere ve Alevilere verilen ortak vatan, Eşit Vatandaşlık, Kürtlere özerklik veya otonomi haklarının verilmesi sözlerinden vazgeçip, tek millet (Türk), tek dil (Türkçe), tek din (İslam) , tek mezhep (Sünni) vb. ırkçı politika ve uygulamalara başlayınca, Ankara Hükümeti’ne ilk başkaldırı Temmuz 1920′de Koçgirî’de patlak verir. İsyanın hazırlık çalışmaları Alişan, Dersimli Alişêr ve Dr Nuri (Dersimi) tarafından yürütülmüştür.
15 Temmuz 1920′de aşiret reisi Mustafa Paşa komutasındaki bazı birlikler Zara’nın Çulfa Ali Karakolu’nu basarak, Türk kuvvetlerini esir aldılar. Bu baskın sonrasında Sivas-Erzincan arası ile Kangal-Zara ve çevresi Kürt birliklerinin denetimine geçti. Şadan Aşireti reisi Paso, Türk birlikleri için önemli bir nokta olan Erzincan’ın Refahiye (Gercanis) ilçesini işgal ederek askeri cephaneyi ele geçirdi ve fiilen yönetime el koyarak hükümet konağına Kürt bayrağı çekti.
Refahiye Hükümet Konağına Asılan Kürt Bayrağı
İsyandan önce Dersim ve Koçgirili aşiret reisleri Elazığ’da toplanarak TBMM Hükümeti’ne bir nota vermeyi kararlaştırmışlardı. Mustafa Kemal’e gönderilen bu notada, Kürdistan’daki Türk memurların ve Koçgiri’deki askerlerin geri çekilmesi, Kürt mahkûmların derhal serbest bırakılması istenmişti. İsyan öncesi ilk toplantı TBMM’de mebusluğu reddeden ve Mebus olmuş Kürtleri de sert bir dille eleştiren Alişan Bey’in oturduğu Boxazyiran köyünde gerçekleştirilmiş ve bu toplantıya Alişan Bey, Haydar Bey, Nuri Dersimi ve Alişêr (Seyit Rıza’ya vekaleten de) katılmışlardı. 15 Kasım 1920 tarihli bu toplantıda Geçici Kürdistan Hükümeti adıyla bir hükümet kurulmuş ve reisliğine Alişan Bey getirilmişti. Daha sonra Yelice’deki Hüseyin Abdal Tekkesi’nde, Canbegan, Kurmêşan ve diğer aşiretlerle Bölgedeki diğer Kürtlerin temsilcilerinin katıldığı bir hazırlık toplantısı yapılmıştı. Bu toplantıda, Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçgiri bölgelerini kapsayacak bağımsız bir devletin oluşumunu başarıyla gerçekleştirmek için hep birlikte silahlanıp sonuna kadar Savaşma Kararı alınmıştı. Böylece başkaldıracak bölge Hafik, Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık ve Kuruçay ilçeleriyle birlikte Hemo ve Zirra bucaklarını kapsayan bir alana yayılmıştı.
Gelişmeler karşısında telaşa düşen Ankara Hükümeti, Haydar Bey’i, Ümraniye (İmranlı) Bucak Müdürlüğü görevine, Alişan Bey’i ise Refahiye’ye Kaymakam olarak atadı. Bu iki Kürt liderden; önemli mevkiler karşılığında isyanın bastırılması ve Kemah’ta, 150 kişilik kuvvetiyle hükümet birliklerini bozguna uğratan Alişêr’in yakalanması istenmişti. Oysa her iki lider de başkaldırının mimarlarından olup, Alişêr’e desteklerini sürdürmüş ve onun Hozat’a geçmesini sağlamışlardı. Alişêr, Hozat ve Ovacık’ta birçok aşiret lideriyle birebir görüşmüş ve onları da harekete katılmaya ikna etmişti. Nuri Dersimî’nin babası İbrahim Efendi’nin evindeki toplantıda Ankara Hükümeti’ne yeni bir nota gönderilmesine karar verilmişti. İbrahim Efendi’nin kaleme aldığı mektupta, “Kürdistan Muhtariyet İdaresi’ne muvafakat eden İstanbul Saltanat Hükümeti’nin bu babdaki kararının, Mustafa Kemal Hükümeti tarafından da kabul edilip edilmeyeceğinin açıklanması; Mustafa Kemal’in Kürdistan Muhtariyet İdaresi’ne bakışının aceleyle Dersim Kürtleri’ne bildirilmesi; Eleziz (Elazığ) Meletî (Malatya), Sêwaz (Sivas), Erzingan (Erzincan) mıntıkları hapishanelerinde mevcut Kürt mahkûmların serbest bırakılması; Kürt çoğunluğunun bulunduğu noktalardan Türk Hükümeti ve Memurlarının çekilmesi; Türk Hükümeti’nin Koçgiri Mıntıkası’na göndermiş olduğu askeri müfrezenin geri alınması “istenmekteydi.
Bu bildiri Abbasan Aşireti reisi Meco Ağa tarafından Ankara Hükümeti’ne verilmek üzere Dersim Mutasarrıfı Rıza Bey’e verilir. Bu sert notayı alan Hükümet, Koçgiriye bir öğüt kurulu göndererek ayaklanmış halkı sakinleştirmeye çalışırlar. Bunun üzerine TBMM Başkanlığına, Garbi Dersim Aşairu Esasi imzasıyla sert bir telgraf çekilerek, Sevr Antlaşmasına dayanılarak Diyarbekir, Elazığ, Van ve Bitlis vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan’ın Kurulması gerektiği, aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacaklarını ve Kürtlerin kandırılamayacağı bildirildi.
Alişan Bey, 45 bin kişilik bir kuvvet oluşturmak ve Ankara’yı Wilson ilkelerini uygulayarak Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul etmesi için basmak üzere Dersim’e ve oradan da diğer Kürt bölgelerine geçmek için Koçgiri’den ayrılmıştı. Halk onu bir patlamak üzereydi ki nitekim 6 Mart 1921′de Kızıltepe’li Rifet ve Huseynê Temir Bey önderliğindeki bir grup köylü, asker kaçaklarını yakalamak isteyen bir süvari bölüğüne Koçgiri yakınlarında baskın düzenlediler. Baskında Binbaşı Halis, er öldürüldü subay ve dört iki. İmranlı tamamen ele geçirildi. 8 Mart 1921′de Haydar Bey, Alişan Bey’e haber göndererek yardım alıp Koçgiri’ye gelmesini söyleyince, Pezgawir aşiret reisi İbrahim bira, Maksudan aşiret reisi Polosê Munzur, Erslanan aşiret reisi Mahmut ve Alişêr 2.500 kişilik bir kuvvetle Munzur’u geçerek Kemah ‘ bir varırlar. Yapılan şiddetli çarpışmalar sonucu kaymakam ve jandarma komutanı esir alınır. Gittikçe genişleyen harekete Drêjan, Atman ve Perçikan aşiretleri de katılır. Siwas Valisi tarafından Dersim aşiretlerine haber gönderilerek ayaklanan halkı sakinleştirmek için yardım istenir. Dersim aşiret reisleri de, ordunun bir süreden beri bölgede Müslümanların ve gayrimüslimlerin sayıları hakkında soruşturma yapmasından ötürü, Hükümetin belki de Kürtleri vurup yok etmek niyetinde olduğunu, Koçgiri aşiretlerinin de nefsi Müdafaa için ayağa kalktığını belirterek olumsuz cevap verince, Ankara Hükümeti 10 Mart 1921′de, Siwas bölgesinde sıkıyönetim Mahkemesi Kurulması Kararı alır.
13 Martta Merkez Ordu komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmakla görevlendirilir. Ankara Hükümeti, Kürtleri kaybetmemek için BİTLİSLİ Şefik başkanlığında ikinci bir Nasihat Kurulu göndererek Kürt liderlerle görüşme sağlamıştı. Ancak; Haydar Bey’i ikna ettiyse de Haydar Bey’in oynanan oyunu fark etmesi üzerine bu çaba da boşa gitmişti.
20 Mart 1921′e gelindiğinde, isyan hareketi artık Kızılırmak hattının kuzeydoğusuna kaymıştır. Bu sırada Topal Osman ve çetesi Refahiye üzerinden Koçgiri’ye bir cephe açmış ve Kürt birliklerine beklemedikleri Kayıplar verdirmiş. Fakat Huseynê Temir tarafından kuşatılınca çetesiyle birlikte kaçmıştır. Huseynê Temir 25 Martta büyük bir Hükümet Birliği’ni pusuya düşürerek tamamen yok etmiştir.
Ovacıklı Kürt aşiretleri de Kemah’ın tamamını teslim almışlardı ancak;
Kurmêşan aşiret reisi Axayê Gozel bir çatışmada vurulduktan sonra hareket büyük bir darbe alır. Kürt kuvvetleri Koçhisar’dan doğuya doğru çekilmeye başlar. Zara’daki güçlere yardım gönderilemeyince oradakiler yenilgi alır. Hareketin askeri önderlerinden Bahri ve Sabit Bey’ler de vurulunca Kürt kuvvetleri komutasız bir şekilde saldırmaya devam eder. Hükümet güçlerinin yoğun saldırıları karşısında Kürt kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalır. Bu durumdan sonra Haydar Bey, 2500 kişilik bir kuvvetle Dersim’e doğru yönelir fakat yolu Kureşan Aşiret Birlikleri tarafından kesilir. Karşı tarafın da Kürt olması üzerine Haydar Bey, Koçgiri’ye geri dönerken, Sivas yakınlarında bin kişilik birliğiyle birlikte kıstırılınca teslim olmak zorunda kalır. Bu sırada Kürt birlikleri cephanelerinin Tükenmeye başlamasıyla büyük Kayıplar vermeye başlar. Haydar Bey’in amcası Mahmut Bey Huseynê Temir, Nuri Dersimi, Memoyê Tarbazî, Kımıl Eziz, Dilo, Abbas, Alişêr ve Paso çatışmalar eşliğinde Dersim’e varırlar.
Haydar Paşa ve Ginyan aşiret reisi Murat Paşa’nın hileyle yakalattığı Seyit Aziz, Sivas Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanırlar. Haklarında verilen idam Kararı girişimler sonucu sürgüne çevrilir. Ankara Hükümeti, Kürt mebusların baskılarına dayanamayıp pes peşe iki af Kararı çıkararak Dersim’e, Hacı Osman Fevzi başkanlığında yeni bir nasihat Kurulu gönderir. Alişan Bey bu heyetle görüştükten sonra 17 Haziran 1921′de teslim olmayı kabul eder. Bu tarihe kadar Alişêr’in komutasındaki birlikler Türk ordusuna Kayıplar verdirmeye devam ederken bu Talihsiz teslim nedeniyle, Koçgiri isyanı da yenilgiyle sona erer.
İsyandan önce Dersim ve Koçgirili aşiret reisleri Elazığ’da toplanarak TBMM Hükümeti’ne bir nota vermeyi kararlaştırmışlardı. Mustafa Kemal’e gönderilen bu notada, Kürdistan’daki Türk memurların ve Koçgiri’deki askerlerin geri çekilmesi, Kürt mahkûmların derhal serbest bırakılması istenmişti. İsyan öncesi ilk toplantı TBMM’de mebusluğu reddeden ve Mebus olmuş Kürtleri de sert bir dille eleştiren Alişan Bey’in oturduğu Boxazyiran köyünde gerçekleştirilmiş ve bu toplantıya Alişan Bey, Haydar Bey, Nuri Dersimi ve Alişêr (Seyit Rıza’ya vekaleten de) katılmışlardı. 15 Kasım 1920 tarihli bu toplantıda Geçici Kürdistan Hükümeti adıyla bir hükümet kurulmuş ve reisliğine Alişan Bey getirilmişti. Daha sonra Yelice’deki Hüseyin Abdal Tekkesi’nde, Canbegan, Kurmêşan ve diğer aşiretlerle Bölgedeki diğer Kürtlerin temsilcilerinin katıldığı bir hazırlık toplantısı yapılmıştı. Bu toplantıda, Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçgiri bölgelerini kapsayacak bağımsız bir devletin oluşumunu başarıyla gerçekleştirmek için hep birlikte silahlanıp sonuna kadar Savaşma Kararı alınmıştı. Böylece başkaldıracak bölge Hafik, Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık ve Kuruçay ilçeleriyle birlikte Hemo ve Zirra bucaklarını kapsayan bir alana yayılmıştı.
Gelişmeler karşısında telaşa düşen Ankara Hükümeti, Haydar Bey’i, Ümraniye (İmranlı) Bucak Müdürlüğü görevine, Alişan Bey’i ise Refahiye’ye Kaymakam olarak atadı. Bu iki Kürt liderden; önemli mevkiler karşılığında isyanın bastırılması ve Kemah’ta, 150 kişilik kuvvetiyle hükümet birliklerini bozguna uğratan Alişêr’in yakalanması istenmişti. Oysa her iki lider de başkaldırının mimarlarından olup, Alişêr’e desteklerini sürdürmüş ve onun Hozat’a geçmesini sağlamışlardı. Alişêr, Hozat ve Ovacık’ta birçok aşiret lideriyle birebir görüşmüş ve onları da harekete katılmaya ikna etmişti. Nuri Dersimî’nin babası İbrahim Efendi’nin evindeki toplantıda Ankara Hükümeti’ne yeni bir nota gönderilmesine karar verilmişti. İbrahim Efendi’nin kaleme aldığı mektupta, “Kürdistan Muhtariyet İdaresi’ne muvafakat eden İstanbul Saltanat Hükümeti’nin bu babdaki kararının, Mustafa Kemal Hükümeti tarafından da kabul edilip edilmeyeceğinin açıklanması; Mustafa Kemal’in Kürdistan Muhtariyet İdaresi’ne bakışının aceleyle Dersim Kürtleri’ne bildirilmesi; Eleziz (Elazığ) Meletî (Malatya), Sêwaz (Sivas), Erzingan (Erzincan) mıntıkları hapishanelerinde mevcut Kürt mahkûmların serbest bırakılması; Kürt çoğunluğunun bulunduğu noktalardan Türk Hükümeti ve Memurlarının çekilmesi; Türk Hükümeti’nin Koçgiri Mıntıkası’na göndermiş olduğu askeri müfrezenin geri alınması “istenmekteydi.
Bu bildiri Abbasan Aşireti reisi Meco Ağa tarafından Ankara Hükümeti’ne verilmek üzere Dersim Mutasarrıfı Rıza Bey’e verilir. Bu sert notayı alan Hükümet, Koçgiriye bir öğüt kurulu göndererek ayaklanmış halkı sakinleştirmeye çalışırlar. Bunun üzerine TBMM Başkanlığına, Garbi Dersim Aşairu Esasi imzasıyla sert bir telgraf çekilerek, Sevr Antlaşmasına dayanılarak Diyarbekir, Elazığ, Van ve Bitlis vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan’ın Kurulması gerektiği, aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacaklarını ve Kürtlerin kandırılamayacağı bildirildi.
Alişan Bey, 45 bin kişilik bir kuvvet oluşturmak ve Ankara’yı Wilson ilkelerini uygulayarak Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul etmesi için basmak üzere Dersim’e ve oradan da diğer Kürt bölgelerine geçmek için Koçgiri’den ayrılmıştı. Halk onu bir patlamak üzereydi ki nitekim 6 Mart 1921′de Kızıltepe’li Rifet ve Huseynê Temir Bey önderliğindeki bir grup köylü, asker kaçaklarını yakalamak isteyen bir süvari bölüğüne Koçgiri yakınlarında baskın düzenlediler. Baskında Binbaşı Halis, er öldürüldü subay ve dört iki. İmranlı tamamen ele geçirildi. 8 Mart 1921′de Haydar Bey, Alişan Bey’e haber göndererek yardım alıp Koçgiri’ye gelmesini söyleyince, Pezgawir aşiret reisi İbrahim bira, Maksudan aşiret reisi Polosê Munzur, Erslanan aşiret reisi Mahmut ve Alişêr 2.500 kişilik bir kuvvetle Munzur’u geçerek Kemah ‘ bir varırlar. Yapılan şiddetli çarpışmalar sonucu kaymakam ve jandarma komutanı esir alınır. Gittikçe genişleyen harekete Drêjan, Atman ve Perçikan aşiretleri de katılır. Siwas Valisi tarafından Dersim aşiretlerine haber gönderilerek ayaklanan halkı sakinleştirmek için yardım istenir. Dersim aşiret reisleri de, ordunun bir süreden beri bölgede Müslümanların ve gayrimüslimlerin sayıları hakkında soruşturma yapmasından ötürü, Hükümetin belki de Kürtleri vurup yok etmek niyetinde olduğunu, Koçgiri aşiretlerinin de nefsi Müdafaa için ayağa kalktığını belirterek olumsuz cevap verince, Ankara Hükümeti 10 Mart 1921′de, Siwas bölgesinde sıkıyönetim Mahkemesi Kurulması Kararı alır.
13 Martta Merkez Ordu komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmakla görevlendirilir. Ankara Hükümeti, Kürtleri kaybetmemek için BİTLİSLİ Şefik başkanlığında ikinci bir Nasihat Kurulu göndererek Kürt liderlerle görüşme sağlamıştı. Ancak; Haydar Bey’i ikna ettiyse de Haydar Bey’in oynanan oyunu fark etmesi üzerine bu çaba da boşa gitmişti.
20 Mart 1921′e gelindiğinde, isyan hareketi artık Kızılırmak hattının kuzeydoğusuna kaymıştır. Bu sırada Topal Osman ve çetesi Refahiye üzerinden Koçgiri’ye bir cephe açmış ve Kürt birliklerine beklemedikleri Kayıplar verdirmiş. Fakat Huseynê Temir tarafından kuşatılınca çetesiyle birlikte kaçmıştır. Huseynê Temir 25 Martta büyük bir Hükümet Birliği’ni pusuya düşürerek tamamen yok etmiştir.
Ovacıklı Kürt aşiretleri de Kemah’ın tamamını teslim almışlardı ancak;
Kurmêşan aşiret reisi Axayê Gozel bir çatışmada vurulduktan sonra hareket büyük bir darbe alır. Kürt kuvvetleri Koçhisar’dan doğuya doğru çekilmeye başlar. Zara’daki güçlere yardım gönderilemeyince oradakiler yenilgi alır. Hareketin askeri önderlerinden Bahri ve Sabit Bey’ler de vurulunca Kürt kuvvetleri komutasız bir şekilde saldırmaya devam eder. Hükümet güçlerinin yoğun saldırıları karşısında Kürt kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalır. Bu durumdan sonra Haydar Bey, 2500 kişilik bir kuvvetle Dersim’e doğru yönelir fakat yolu Kureşan Aşiret Birlikleri tarafından kesilir. Karşı tarafın da Kürt olması üzerine Haydar Bey, Koçgiri’ye geri dönerken, Sivas yakınlarında bin kişilik birliğiyle birlikte kıstırılınca teslim olmak zorunda kalır. Bu sırada Kürt birlikleri cephanelerinin Tükenmeye başlamasıyla büyük Kayıplar vermeye başlar. Haydar Bey’in amcası Mahmut Bey Huseynê Temir, Nuri Dersimi, Memoyê Tarbazî, Kımıl Eziz, Dilo, Abbas, Alişêr ve Paso çatışmalar eşliğinde Dersim’e varırlar.
Haydar Paşa ve Ginyan aşiret reisi Murat Paşa’nın hileyle yakalattığı Seyit Aziz, Sivas Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanırlar. Haklarında verilen idam Kararı girişimler sonucu sürgüne çevrilir. Ankara Hükümeti, Kürt mebusların baskılarına dayanamayıp pes peşe iki af Kararı çıkararak Dersim’e, Hacı Osman Fevzi başkanlığında yeni bir nasihat Kurulu gönderir. Alişan Bey bu heyetle görüştükten sonra 17 Haziran 1921′de teslim olmayı kabul eder. Bu tarihe kadar Alişêr’in komutasındaki birlikler Türk ordusuna Kayıplar verdirmeye devam ederken bu Talihsiz teslim nedeniyle, Koçgiri isyanı da yenilgiyle sona erer.
ALİŞÊR EFENDİ DERSİM İSYANIN’DA
İç ihanetler, teslimiyet sonucu birliğin sağlanamaması ve yenilgiye doğru gidiş karşısında, yenilgi ve teslimiyeti red eden ve başına ödül konulan Alişêr, 1921 yılında 15 yakınıyla birlikte Dersim’e çekilir. Dersim’de Kürdistan Devletini oluşturma girişimlerini sürdürür.
Çıkan aftan yararlanan akrabaları Koçgiriye geri dönerler. Eşi yanında Zerife ile yeğeni Sabri ve Sabri’nin Eşi ile 4 kişilik bir aile oluştururlar. Seyit Rıza ile birlikte direnişçi olarak 1937 harekâtında yer alır. Ordu ve askeri planları hazırlar ve uygular.
Ovacık, Hozat ve Çemişgezek’teki aşiret liderlerini dolaşarak örgütleme çalışmalarına başlar. Kürtlerin özerkliği için Ankara’ya telgraflar çeker ve heyetler gönderir.
Ankara’ya millet vekili olarak olarak çağrılanların Kürtleri temsil etmediklerini bildirir.
Baytar Nuri Dersimi ile birlikte harekâtın örgütçülüğünü ve öncülüğünü üstlenir.
Bu arada TAVUKÇULUK, Hayvancılık ve Doğadan toplayarak yaptığı çeşitli merhem ve ilaçlarla Hekimlik yapmaktadır. Yaz aylarında beslediği hayvanlarını kış aylarında köylülere birer ikişer dağıtarak besiye verir ve yazın tekrar geri alır. 1935 yılında yaşadığı Mıstuşağı (Sarıtosun) köyündeki Heştperi’nin evlerindeyken geçen bir olayı Ali Yerlikaya’nın tanıklığından aktaralım:
“Ben o zaman 13-14 yaşlarındaydım. Bizim köyden babalığım (Babamın Musaybı) Mehmet Çalışkan ile İsmail Tosun kavga ettiler. Araya annem ile Cafer Gür Girdiler. Ama nasıl olduysa İsmail Tosun elindeki kürekle M. Çalışkan ‘ın kafasına vurup kafasını yararak yere yıktı. Çok kan akıyordu. Annem bana bağırdı “Koş Alişêr Efendiyi acele çağır gelsin dedi.” Evi köyün dışındaydı. Koşarak gidip haber verdim. İlaç çantasını aldı birlikte döndük. Otlardan yaptığı çeşitli merhemleri vardı. Başına sürüp bağladı. Sonra bizim eve geldi. Annem kendisine çay yaptı ve durum “nasıl” diye sorduk? O’da iyi görünmüyor. Ama yarın sabah gelip pansumanı değiştireceğim. O zaman durum daha iyi belli olur dedi. Ertesi sabah geldi, yarayı açtı ve pansumanı yenileyip evine dönünce Annemle ikimiz önüne Geçip sorduk. “Nasıl durum? “diye sorduk. Umut yok. Yarık beyne inmiş. Birkaç saat içinde ölür dedi ve hakikatten de 2-3 saat sonra babalığım öldü.
Evi tüm köylerden hastaların taşındığı bir hastane ve kendisi de doğal bir hekimdi. Bazen kendisi hastaların bulunduğu yere gidiyor, bazen de hastalar O’na geliyordu. ”
Hekimlik, ozanlık ve örgütçülük çalışmaları devam ederken Dersim isyanı başlayınca daha güvenlikli gördüğü Seyit Rıza’ya yakın olan Sultan Baba Dağının eteklerinde Celalettin Harzemşah’ın mezarına yakın bir mağarayı ev haline getirerek yine yeğeni Sabri ile karısı ve Eşi Zarife ile 4 kişilik aile olarak dağdaki yaşamına başlıyor.
Dersim savaşı kızışıyor ve çember daralıyor. Koçgiri’den beri peşinde olan Jandarma İstihbarat teğmeni Nazmi Sevgen harekatın asıl Akil liderinin Alişêr olduğunu bildiğinden O’nu ortadan kaldırırsa savaşın kazanılacağına üstlerini ikna ediyor ve hain tuzağını uyguluyor. Daha önce para ve çeşitli vaatlerle elde ederek hain bir işbirlikçi muhbir ve milise dönüştürdüğü Seyit Rıza’nın kardeşinin oğlu olan Rayber’i (Qopo) görevlendiriyor. Rayber de bu iş için kuşkulanılmayacak biri olan Alişêr’in kirvesi de olan Zeynel Top’u seçiyor. Alişêr ve karısının kellelerini getirirlerse kendilerine bir teneke altın verileceğini ve ayrıca birçok vaad ile toprak alacaklarını ve bunları paylaşacaklarını söyleyerek anlaşıyorlar.
Ovacık, Hozat ve Çemişgezek’teki aşiret liderlerini dolaşarak örgütleme çalışmalarına başlar. Kürtlerin özerkliği için Ankara’ya telgraflar çeker ve heyetler gönderir.
Ankara’ya millet vekili olarak olarak çağrılanların Kürtleri temsil etmediklerini bildirir.
Baytar Nuri Dersimi ile birlikte harekâtın örgütçülüğünü ve öncülüğünü üstlenir.
Bu arada TAVUKÇULUK, Hayvancılık ve Doğadan toplayarak yaptığı çeşitli merhem ve ilaçlarla Hekimlik yapmaktadır. Yaz aylarında beslediği hayvanlarını kış aylarında köylülere birer ikişer dağıtarak besiye verir ve yazın tekrar geri alır. 1935 yılında yaşadığı Mıstuşağı (Sarıtosun) köyündeki Heştperi’nin evlerindeyken geçen bir olayı Ali Yerlikaya’nın tanıklığından aktaralım:
“Ben o zaman 13-14 yaşlarındaydım. Bizim köyden babalığım (Babamın Musaybı) Mehmet Çalışkan ile İsmail Tosun kavga ettiler. Araya annem ile Cafer Gür Girdiler. Ama nasıl olduysa İsmail Tosun elindeki kürekle M. Çalışkan ‘ın kafasına vurup kafasını yararak yere yıktı. Çok kan akıyordu. Annem bana bağırdı “Koş Alişêr Efendiyi acele çağır gelsin dedi.” Evi köyün dışındaydı. Koşarak gidip haber verdim. İlaç çantasını aldı birlikte döndük. Otlardan yaptığı çeşitli merhemleri vardı. Başına sürüp bağladı. Sonra bizim eve geldi. Annem kendisine çay yaptı ve durum “nasıl” diye sorduk? O’da iyi görünmüyor. Ama yarın sabah gelip pansumanı değiştireceğim. O zaman durum daha iyi belli olur dedi. Ertesi sabah geldi, yarayı açtı ve pansumanı yenileyip evine dönünce Annemle ikimiz önüne Geçip sorduk. “Nasıl durum? “diye sorduk. Umut yok. Yarık beyne inmiş. Birkaç saat içinde ölür dedi ve hakikatten de 2-3 saat sonra babalığım öldü.
Evi tüm köylerden hastaların taşındığı bir hastane ve kendisi de doğal bir hekimdi. Bazen kendisi hastaların bulunduğu yere gidiyor, bazen de hastalar O’na geliyordu. ”
Hekimlik, ozanlık ve örgütçülük çalışmaları devam ederken Dersim isyanı başlayınca daha güvenlikli gördüğü Seyit Rıza’ya yakın olan Sultan Baba Dağının eteklerinde Celalettin Harzemşah’ın mezarına yakın bir mağarayı ev haline getirerek yine yeğeni Sabri ile karısı ve Eşi Zarife ile 4 kişilik aile olarak dağdaki yaşamına başlıyor.
Dersim savaşı kızışıyor ve çember daralıyor. Koçgiri’den beri peşinde olan Jandarma İstihbarat teğmeni Nazmi Sevgen harekatın asıl Akil liderinin Alişêr olduğunu bildiğinden O’nu ortadan kaldırırsa savaşın kazanılacağına üstlerini ikna ediyor ve hain tuzağını uyguluyor. Daha önce para ve çeşitli vaatlerle elde ederek hain bir işbirlikçi muhbir ve milise dönüştürdüğü Seyit Rıza’nın kardeşinin oğlu olan Rayber’i (Qopo) görevlendiriyor. Rayber de bu iş için kuşkulanılmayacak biri olan Alişêr’in kirvesi de olan Zeynel Top’u seçiyor. Alişêr ve karısının kellelerini getirirlerse kendilerine bir teneke altın verileceğini ve ayrıca birçok vaad ile toprak alacaklarını ve bunları paylaşacaklarını söyleyerek anlaşıyorlar.
ALİŞER’i vuran ve başını kesen kirvesi Zeynel Top ve Seyit Rizan’nın yeğeni Rayber (sağda)
“Rayber Kopo (Qopo); Seyit Rıza’nın kardeşinin oğludur. TC yetkilileri kendisini satın almışlardır. Sürekli İstihbarat toplar ve TC’ne işbirlikçi Kürt yaratmaya çalışmıştır. Zeynel Top, Ali Ağanın oğludur. Seyit Rıza’nın koruması altında büyür. Aileye bağlıdır. TC’ye bağlı Kolluk kuvvetleri Sin ile Hozat arasındaki alandaydı ve bu güce 17′ci KARARGAH Tumeni adı verilmişti. Genel Kâmil komutanlığını yapmaktaydı. Dersimliler tarafından TC güçlerine saldırılar düzenlenmiş. Zeynel de bu saldırılarda yer almıştı. Rayber Kopo, Zeynel’in durumunu öğrenip onu korkutarak, çeşitli vaatlerde bulunarak ikna etmeye çalışmıştır. Zeynel’e “durumun ordu güçlerince biliniyor, bir şeyler yapmazsan seni af etmezler. Devlet Alişêr’in peşinde. O’nu ortadan kaldırırsak hem bol para, mal mülk alırız, hem de Dersim’in durumu da düzelir. “Diyerek ikna etmiştir. Reyber’in amacı Zeynel’in eliyle bu çifti ortadan kaldırmaktır. Böylelikle Abbasan aşiretiyle Seyit Rıza’nın da arası açılacaktır.
Ve sonuçta Zeynel’i ikna eder. Zeynel kullanın Xıdê yê Murti, Efendi yê Wankê, Miste Torn ê Tabii, Celoy kullanın feri, Palaxine’deki mağaraya doğru yola koyulurlar. Mağaraya yaklaştıklarını gören Zarife kuşkulanır ve eşine “bu Geliş hayra alamet değil, tedbirli olalım” diye uyarır. Ama Alişêr Efendi; “baksana hevalê Önlerinde kirvemiz Zeynel var. İkrarımızdan nasıl fenalık beklersin” der ve hep birlikte konuklarını karşılamaya mağaranın önüne çıkarlar. Gelenler ateş etmeye başlar. İlk mermilerin hedefi Alişêr’dir. Mistoy Surê’nin Kurşunu Alişêr’i öldürür. Bu saldırı anında Zarife Hanım da Efendi’yi vurur. Misto’yla Zarife kapışırlar. Yerde birbirlerini vurmak için uğraşırlar. Zeynel mağaraya doğru yönelir, içeri girer. Alişêr’in yeğenini ve yerde Mistoy’la boğuşan Zarife’yi vurur. SALDIRGAN guruptan biri olmuş, iki kişi de yaralanmıştır. Saldırganlar Zarife, Alişêr ve yeğeni Sabri’in kafalarını keserler. Bu arada silahsız olan Sabri’nin karısı Ormana kaçarak kurtulur. Mağarayı tümden ararlar. Bu çifte ait olan değerli eşyaları, Doküman-belgeleri, kitap ve defterleri de almayı ihmal etmezler. Rayber Mezikê’de Zeynel’i bekler. Bu hayin saldırganlar Tilagê’de buluşur ve oradan da Karargaha giderler. Üsttegmen Nazmi Sevgen kendilerini karşılar. Her üç Kahramanın başı Nurettin Paşa’nın damadı Abdullah Alpdoğan’a teslim edilir. Dersim direnişinin kürdlerin tarihsel beleğine yazdığı destanı unuturmak için, Dersim’in adını değiştirip “Tunceli” yapan da Abdullah Alpdoğan’dır. ”
Alişêr; 09 Temmuz 1937 de katledildiğinde 55 yaşında ve çok sağlıklıydı.
Nazmi Sevgen’in bahsettiği mektuplar ve belgeler bu mağaradan alınmıştır.
Ve sonuçta Zeynel’i ikna eder. Zeynel kullanın Xıdê yê Murti, Efendi yê Wankê, Miste Torn ê Tabii, Celoy kullanın feri, Palaxine’deki mağaraya doğru yola koyulurlar. Mağaraya yaklaştıklarını gören Zarife kuşkulanır ve eşine “bu Geliş hayra alamet değil, tedbirli olalım” diye uyarır. Ama Alişêr Efendi; “baksana hevalê Önlerinde kirvemiz Zeynel var. İkrarımızdan nasıl fenalık beklersin” der ve hep birlikte konuklarını karşılamaya mağaranın önüne çıkarlar. Gelenler ateş etmeye başlar. İlk mermilerin hedefi Alişêr’dir. Mistoy Surê’nin Kurşunu Alişêr’i öldürür. Bu saldırı anında Zarife Hanım da Efendi’yi vurur. Misto’yla Zarife kapışırlar. Yerde birbirlerini vurmak için uğraşırlar. Zeynel mağaraya doğru yönelir, içeri girer. Alişêr’in yeğenini ve yerde Mistoy’la boğuşan Zarife’yi vurur. SALDIRGAN guruptan biri olmuş, iki kişi de yaralanmıştır. Saldırganlar Zarife, Alişêr ve yeğeni Sabri’in kafalarını keserler. Bu arada silahsız olan Sabri’nin karısı Ormana kaçarak kurtulur. Mağarayı tümden ararlar. Bu çifte ait olan değerli eşyaları, Doküman-belgeleri, kitap ve defterleri de almayı ihmal etmezler. Rayber Mezikê’de Zeynel’i bekler. Bu hayin saldırganlar Tilagê’de buluşur ve oradan da Karargaha giderler. Üsttegmen Nazmi Sevgen kendilerini karşılar. Her üç Kahramanın başı Nurettin Paşa’nın damadı Abdullah Alpdoğan’a teslim edilir. Dersim direnişinin kürdlerin tarihsel beleğine yazdığı destanı unuturmak için, Dersim’in adını değiştirip “Tunceli” yapan da Abdullah Alpdoğan’dır. ”
Alişêr; 09 Temmuz 1937 de katledildiğinde 55 yaşında ve çok sağlıklıydı.
Nazmi Sevgen’in bahsettiği mektuplar ve belgeler bu mağaradan alınmıştır.
ALİŞER’in Kesik başı
ŞAİR VE OZAN ALİŞER
Alişêr, edebiyatçı, öğretmen, sanatçı, diplomat, teşkilatçı, iyi bir askeri komutan ve bir Kürd lideridir. Kürt dili üzerinde çalışmalar yapmış, beyitleri ve sazi ile halk arasında birliği ve ülke sevgisini işlemiştir. O’nun deyişleri ve şiirlerinden yapılan besteler Dersim’de halen dilden dile yankılanmaktadır. Onur Akın başta olmak üzere birçok sanatçı O’nun eserlerini okumaktadırlar.
Nazmi Sevgen’in toplayıp Götürdüğü arşivi ve belgeleri devletin elindedir. Işte O’nun deyiş ve şiirlerinden bazı örnekler.
Nazmi Sevgen’in toplayıp Götürdüğü arşivi ve belgeleri devletin elindedir. Işte O’nun deyiş ve şiirlerinden bazı örnekler.
“Sarı paşa
Çetelerden sonra girip savaşa
Başa geçmiştir
Ankara’da otağına kurulup
Bizi oyalamakla
Başlamış işe “
Çetelerden sonra girip savaşa
Başa geçmiştir
Ankara’da otağına kurulup
Bizi oyalamakla
Başlamış işe “
Şahikalar Destanı (Alişêr ile Zarife)
(Yorumcu ONUR AKIN)
(Yorumcu ONUR AKIN)
Ali boğaz göklerinde
Barut sıcağı
Bir dağ geçidini tutmuş
Tutmuş Alişêr
KAYADAN kayaya anam Mavzer yankısı
Zulme yurdum demez Alişêr
Ferman dinlemez
Kurumuş kan ortasında
Zarif’in yüzü
Ay giyinmiş acısını
Ağlayıp gezer
Alişêr’e ölüm neki
Bundan gayrısı
Etinde bir kurşun gibi
Siperler susar
Şahikalar Kardi
Çayırlar Sümbül
Yamaçlar kavaldı
Yamaçlar keklik
Dağ unutmaz Alişêr’i
Rüzgarda saklar
Gül unutmaz Zarife’yi
Şebnemde saklar
Aynı mavi göğün altındayız
Aynı güneş ısıtıyor bizi
Geceleri aynı ay
Niye öldürüyorsunuz ki
Barut sıcağı
Bir dağ geçidini tutmuş
Tutmuş Alişêr
KAYADAN kayaya anam Mavzer yankısı
Zulme yurdum demez Alişêr
Ferman dinlemez
Kurumuş kan ortasında
Zarif’in yüzü
Ay giyinmiş acısını
Ağlayıp gezer
Alişêr’e ölüm neki
Bundan gayrısı
Etinde bir kurşun gibi
Siperler susar
Şahikalar Kardi
Çayırlar Sümbül
Yamaçlar kavaldı
Yamaçlar keklik
Dağ unutmaz Alişêr’i
Rüzgarda saklar
Gül unutmaz Zarife’yi
Şebnemde saklar
Aynı mavi göğün altındayız
Aynı güneş ısıtıyor bizi
Geceleri aynı ay
Niye öldürüyorsunuz ki
*****
“Ayağında KUNDURA
Gittim düştüm tandıra
Padişahın haberi yok
Bunu eden kongre “(Ankara Hükümeti)
Gittim düştüm tandıra
Padişahın haberi yok
Bunu eden kongre “(Ankara Hükümeti)
*****
“1300 senedir ehli şehavet
Hem meydandadır hakkı hilafet
Evladiye ettiğim biat
Hakkın buda hükmü daim
Süleyman namıyla Gungar (kan Icici)
Müminlere yapılsın ateşten kafes
Söylensin Şevket-i-(ululuk) hem Sahi Dersim
Yarab, lütfet sen bize rahim! (esirgeyen, acıyan)
Himmet-i evliya her yerde Badir
Kâr etmez cihan Seran ser bize
Ayrılsın meydana Merdan (Erler, Yiğitler) Dersim
Yarab lütfeyle bir Çarkı döndür
Erkek her yere götür erenleri
Evladı ve afradı (bayanları) hıfz (saklama, koruma) eyle Sitar
Hem kurtarsın Ehli Beyti (Alevi’lik de kutsal kişiler) Dersim “
Hem meydandadır hakkı hilafet
Evladiye ettiğim biat
Hakkın buda hükmü daim
Süleyman namıyla Gungar (kan Icici)
Müminlere yapılsın ateşten kafes
Söylensin Şevket-i-(ululuk) hem Sahi Dersim
Yarab, lütfet sen bize rahim! (esirgeyen, acıyan)
Himmet-i evliya her yerde Badir
Kâr etmez cihan Seran ser bize
Ayrılsın meydana Merdan (Erler, Yiğitler) Dersim
Yarab lütfeyle bir Çarkı döndür
Erkek her yere götür erenleri
Evladı ve afradı (bayanları) hıfz (saklama, koruma) eyle Sitar
Hem kurtarsın Ehli Beyti (Alevi’lik de kutsal kişiler) Dersim “
*****
“Nice Padişahlar geldi cihana
Ilim almak için düştü gümana
Her bir çeşit atmış bir yana
Kesilmemiş kıylü Kali (kökünden söküp koparan) Dersim’in “
Ilim almak için düştü gümana
Her bir çeşit atmış bir yana
Kesilmemiş kıylü Kali (kökünden söküp koparan) Dersim’in “
*****
Aşairi çoktur kılıç takınır
Yedi Duvel ondan sakınır
Allah’tan kuvvetlidir beli Dersim’in
Yedi Duvel ondan sakınır
Allah’tan kuvvetlidir beli Dersim’in
******
Gönül Gel gezelim Munzur dağını
Ne hoş memlekettir ili Dersimin
Seyran eyliyelim Sultan dağını
Ne hoş çiçektir gülü Dersimin
Nice Padişahlar geldi cihana İli almak için düştü gümana
Her bir bir çeşit atmış bir yana
Kesilmemiş kıylü kali Dersimin
* * *
Arslanlar yurdudur tilkiler girmez
Gerçekler sırrıdır akıllar ermez
Evliyalar gülüdür zalimler dermez
Ona bağlıdır yolu Dersimin.
SON SÖZ:
Gönül Gel gezelim Munzur dağını
Ne hoş memlekettir ili Dersimin
Seyran eyliyelim Sultan dağını
Ne hoş çiçektir gülü Dersimin
Nice Padişahlar geldi cihana İli almak için düştü gümana
Her bir bir çeşit atmış bir yana
Kesilmemiş kıylü kali Dersimin
* * *
Arslanlar yurdudur tilkiler girmez
Gerçekler sırrıdır akıllar ermez
Evliyalar gülüdür zalimler dermez
Ona bağlıdır yolu Dersimin.
SON SÖZ:
Tüm araştırmalarımdan edindiğim kanı şu: Osmanlı I. Dünya Savaşında İT ‘cilerin (İttihat Terakki) hataları nedeniyle parçalanıp dağılırken, sömürgesi olan tüm Halklar bunu bir şans ve fırsat olarak değerlendirip bağımsız ulus devletlerini kurdular. KTC nin (Kürt Teali Cemiyeti) aydın önderleri Dr Nuri Dersimi, Alişer Efendi gibi Kizilbas Kürt aydınlarıyla, Cemil ise ise Paşazade ve Bedirhaniler gibi Şafii Kürt aşiret önderleri de Bağımsız Kürdistan’ın Kurulması mücadelesine Girdiler.
Fakat Dersim Kizilbas Kürtlerinin önderi Seyit Rıza ile Şafii Kürtlerin dini önderi Şeyh Said-i Nursi din kardeşliğini ve asırlardır devam eden Kürt-Türk kardeşliğini önceleyerek buna hayır dediler ve Türklerin safında savaşa katıldılar. Tüm Kürtleri de bu savaşa kattılar. Seyit Rıza ve Said-i Kürdi elde Mavzer Kürt birliklerinin önlerine geçerek Ruslarla çarpışarak ülke sınırlarının dışına kadar kovaladılar. Oysa o Ruslar Erzincan’a kadar gelmiş ve Kürtlere gelin sizde kendi bağımsız Kürdistan’ınızı kurun demekteydiler. Seyit Rıza Rize’den geri dönerken, Said-i Kürdi hızını alamayarak Tiflis’e kadar çarpışarak gitmiş ve orada Ruslara esir düşerek üç yıl Rus zindanlarında kaldı. Bildiginiz gibi Türk kardeşliğini esas alarak bağımsız Kürt Devletinin kurulmasını engelleyen bu iki önder de Türk Devleti tarafından yok edildi. Ikisinin de mezarlarını dahi halen göstermiyorlar. Said-i Kürdi’nin sonunu araştırmak için sürgüne gönderildiği Isparta’da araştırmalar yaptım. Senirkent ilçesinin arkasındaki Dağın Tepesinde Bir tek ağaç adeta bir şapka gibi Eğridir gölüne bakarak bir şeyleri koruyor gibi yaparak Yalnızlığa direniyor. Konuştuğum yaşlı köylü ürkerek orada dedi. O ağaca aşıldı ve altına gömüldü, ama sakın kimseye söyleme dedi. Ve ekledi orada çok ağaç vardı. Koruluktu. Ama ne hikmetse o ağaç yalnız kaldı ve yıllardır da kurumuyor dedi.
Türk kardeşlerine güvenerek Kurtuluş savaşına giren Kürtler, Amasya Protokolüne ilk madde olarak yazdırdıkları “kurtarılacak bu topraklar üzerinde kurulacak Devlet Kürtlerin ve Türklerin ortak ve eşit vatanı olacaktır” sözünün gereğinin yerine getirilmesini talep ettiler. Türk Devletinin Yanıtı; “Kürt diye bir şey yok, TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR” oldu. Bu yanıtla ihanete uğradıklarını anlayan Kürtler; 1,920-21 de Koçgiri, 1925 de Seys Sait, 1930 da Ağrı-Zilan, 1938 de Dersim 1984 de PKK ile bu haklarını almak için isyan ve Savaşlarına devam ediyorlar ve.
Kürt Sorunu; bu Ülkenin en büyük Kurucu Ortağı Kürtlerin hakları ve özgürlükleri verilerek, Devlete eşit ortak edilmedikçe daha çoook devam eder. PKK biter HKK başlar. Kürtler daha çoook ALİŞER EFENDİ’ler çıkarır.
Tek çözüm, TC Devleti ‘nin Kürtlerin haklarını ve özgürlüklerini tanımalarından geçiyor. Hem de yapılan tüm haksızlıklar ve ödenen bedeller ve ödetilen için Kürtlerden özür dileyerek. Başka da seçenek görünmüyor.
Fakat Dersim Kizilbas Kürtlerinin önderi Seyit Rıza ile Şafii Kürtlerin dini önderi Şeyh Said-i Nursi din kardeşliğini ve asırlardır devam eden Kürt-Türk kardeşliğini önceleyerek buna hayır dediler ve Türklerin safında savaşa katıldılar. Tüm Kürtleri de bu savaşa kattılar. Seyit Rıza ve Said-i Kürdi elde Mavzer Kürt birliklerinin önlerine geçerek Ruslarla çarpışarak ülke sınırlarının dışına kadar kovaladılar. Oysa o Ruslar Erzincan’a kadar gelmiş ve Kürtlere gelin sizde kendi bağımsız Kürdistan’ınızı kurun demekteydiler. Seyit Rıza Rize’den geri dönerken, Said-i Kürdi hızını alamayarak Tiflis’e kadar çarpışarak gitmiş ve orada Ruslara esir düşerek üç yıl Rus zindanlarında kaldı. Bildiginiz gibi Türk kardeşliğini esas alarak bağımsız Kürt Devletinin kurulmasını engelleyen bu iki önder de Türk Devleti tarafından yok edildi. Ikisinin de mezarlarını dahi halen göstermiyorlar. Said-i Kürdi’nin sonunu araştırmak için sürgüne gönderildiği Isparta’da araştırmalar yaptım. Senirkent ilçesinin arkasındaki Dağın Tepesinde Bir tek ağaç adeta bir şapka gibi Eğridir gölüne bakarak bir şeyleri koruyor gibi yaparak Yalnızlığa direniyor. Konuştuğum yaşlı köylü ürkerek orada dedi. O ağaca aşıldı ve altına gömüldü, ama sakın kimseye söyleme dedi. Ve ekledi orada çok ağaç vardı. Koruluktu. Ama ne hikmetse o ağaç yalnız kaldı ve yıllardır da kurumuyor dedi.
Türk kardeşlerine güvenerek Kurtuluş savaşına giren Kürtler, Amasya Protokolüne ilk madde olarak yazdırdıkları “kurtarılacak bu topraklar üzerinde kurulacak Devlet Kürtlerin ve Türklerin ortak ve eşit vatanı olacaktır” sözünün gereğinin yerine getirilmesini talep ettiler. Türk Devletinin Yanıtı; “Kürt diye bir şey yok, TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR” oldu. Bu yanıtla ihanete uğradıklarını anlayan Kürtler; 1,920-21 de Koçgiri, 1925 de Seys Sait, 1930 da Ağrı-Zilan, 1938 de Dersim 1984 de PKK ile bu haklarını almak için isyan ve Savaşlarına devam ediyorlar ve.
Kürt Sorunu; bu Ülkenin en büyük Kurucu Ortağı Kürtlerin hakları ve özgürlükleri verilerek, Devlete eşit ortak edilmedikçe daha çoook devam eder. PKK biter HKK başlar. Kürtler daha çoook ALİŞER EFENDİ’ler çıkarır.
Tek çözüm, TC Devleti ‘nin Kürtlerin haklarını ve özgürlüklerini tanımalarından geçiyor. Hem de yapılan tüm haksızlıklar ve ödenen bedeller ve ödetilen için Kürtlerden özür dileyerek. Başka da seçenek görünmüyor.
Adı: Alişêr
Soyadı: DATLI
Memleketi: Koçgiri
Doğum Tarihi: 1882
Doğum Yeri: İmranlı-Azger (Atlıca)
Nüfusa kayıtlı olduğu yer: Dersim-Ovacık-Ziyaret Köyü.
Ölüm Tarihi: 09/07/1937
Ölüm nedeni: Devlet ve yerli işbirlikçileri tarafından katledildi.
Soyadı: DATLI
Memleketi: Koçgiri
Doğum Tarihi: 1882
Doğum Yeri: İmranlı-Azger (Atlıca)
Nüfusa kayıtlı olduğu yer: Dersim-Ovacık-Ziyaret Köyü.
Ölüm Tarihi: 09/07/1937
Ölüm nedeni: Devlet ve yerli işbirlikçileri tarafından katledildi.
(Gazeteci-Yazar/yurekm62 @ mynet.com)
Kaynakça:
- DERSİM Jandr. GNL. Komtlığı Raporu-Kaynak Yayınları-Ekim-1998
-İsmet Bozdağ. Kürt isyanları-Truva yynları-2004
-Dr. Naci Kutlay. İttihat ve Terakki Kürtler.Stockholm-1990
-Tuğ Gn. Ziya Yergök’ün Anıları “Harbiyeden Dersime” Remzi Kitabevi. Yyna haz. Sami Önal.
-Doç Dr İbrahim Yılmazçelik. XIX yy ın 2. yarışında DERSİM sancağı. Elazığ-1998
-Hüseyin Akar. Dersim’den Portreler-Kalan Yayınları.
-Nazmi Sevgen. Zazalar ve kızıbaşlar. Kalan yynları 2003. 2. Baskı
-Koçgiri Halk Hareketi. Kolektif çalışma. Komal Y. 5.basım-2006
-Dr. Nuri Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim
-Dr. Ismail Deşikçi: Dersim jenosidi-1937
-Faik Bulut-Belgelerle Dersim Raporları. Yön Y.
-Prof. Dr Mustafa Balcıoğlu. Iki isyan bir paşa. Nobel y.
-Ahmet Kahraman. Kürt isyanları. Evrensel Basım Yayn
-Ali Kenday. Koçgirililer.Gün Yayıncılık
-Mamo Baran. Koçgiri-Sosyolojik Araştırma. Tohum y.
-Tarihçi Ayşe Hür Taraf gazetesi yazı dizisi
-Çeşitli web siteleri.
-Görüşülen Tanıklar: Kahraman Polat ve Ali Yerlikaya
-İsmet Bozdağ. Kürt isyanları-Truva yynları-2004
-Dr. Naci Kutlay. İttihat ve Terakki Kürtler.Stockholm-1990
-Tuğ Gn. Ziya Yergök’ün Anıları “Harbiyeden Dersime” Remzi Kitabevi. Yyna haz. Sami Önal.
-Doç Dr İbrahim Yılmazçelik. XIX yy ın 2. yarışında DERSİM sancağı. Elazığ-1998
-Hüseyin Akar. Dersim’den Portreler-Kalan Yayınları.
-Nazmi Sevgen. Zazalar ve kızıbaşlar. Kalan yynları 2003. 2. Baskı
-Koçgiri Halk Hareketi. Kolektif çalışma. Komal Y. 5.basım-2006
-Dr. Nuri Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim
-Dr. Ismail Deşikçi: Dersim jenosidi-1937
-Faik Bulut-Belgelerle Dersim Raporları. Yön Y.
-Prof. Dr Mustafa Balcıoğlu. Iki isyan bir paşa. Nobel y.
-Ahmet Kahraman. Kürt isyanları. Evrensel Basım Yayn
-Ali Kenday. Koçgirililer.Gün Yayıncılık
-Mamo Baran. Koçgiri-Sosyolojik Araştırma. Tohum y.
-Tarihçi Ayşe Hür Taraf gazetesi yazı dizisi
-Çeşitli web siteleri.
-Görüşülen Tanıklar: Kahraman Polat ve Ali Yerlikaya
İmam Huseyin Aleyhisselamın Muaviyeye Tarihi Cevabı
İmam Huseyin Aleyhisselamın Muaviyeye Tarihi Cevabı
İmam Huseyin Aleyhisselamın Muaviyeye Tarihi Cevabı
Bismillahirrahmanirrahim
İmam Huseyn (a)i Muaviye’ye cevabında şöyle yazdı :
‘’ ... Sonra, mektubun elime geçti, sana ulaşan haberlerin,sana göre bana yakışmadığını ve onların benim şanıma uygun olmadığını yazıyorsun! Söylemeliyim ki, sadece Allah insanları iyiliğe hidayet eder ve insana hayırlı ameller yapmayı nasip eder.
Benim hakkımda sana ulaşan sözler; yalancıların, bölücü gammazların, çapulcuların uydurduğu temelsiz sözlerden başka birşey
değildir.Bun dinsiz sapıklar yalan söylemişlerdir, ben ne sana karşı savaş hazırlığı içindeyim ne de sana karşı ayaklanmaya niyet
etmişim.Ama sana karşı, senin zalimler güruhu ve şeytanın kardeşleri olan dinsiz dostlarına karşı kıyam etmediğim için Allah’tan korkuyorum.
‘’Hucur b. Adiy’’ ve arkadaşlarının katili sen değil miydin ? Namaz kılan Allah’a ibadet eden kimseleri, bidatları reva görmeyip onlarla
mücadele edenleri, sadece iyiliği emredip kötülükten alıkoyanları, sen öldürmedin mi ? Sen onlara aman verip geçmiş olaylardan dolayı
onlara eziyet etmeyeceğine dair yeminler edip söz verdiğin halde verdiğin aman ve ettiğin yeminlere uymayıp onları zalimce öldürdün.
Bu davranışınla Allah’a karşı küstahlık ettin, ona verdiğin ahit ve sözü hafife aldın.
İbadetinin çokluğundan yüzü ve vücudu yıpranan abid bir Müslüman olan ‘’Amr b. Hamik’’ in katili sen değil misin ? Ona aman tanıyıp
söz verdiğin ki bu sözü çöl şeytanlarına verseydin tepelerinden aşağı inerlerdi - o halde onu öldürdün.
Sen değil miydin ki ? (Sümmeyye oğlu) ‘’Ziyad’’ ı kardeş kabul ettin, Ebu Süfyan’ın oğludur dedin. Oysa Peygamber : ‘‘ Çocuk babasına
aittir, zina yapan ise recm edilmelidir‘’ buyurmaktadır.
Keşke iş bununla bitseydi, ama öyle olmadı.Sümeyye oğlunu kardeşin kabul ettikten sonra onu Müslümanlara musallat ettin ve o sen-
den aldığı güçle Müslümanları öldürdü.Ellerini ayaklarını kesti, hurma ağaçlarının dallarına astırdı. Ey Muaviye sen bu dünyayı Müslü-
manlara öyle daralttın ki sanki ne sen bu ümmettensin ne de bu ümmet sendendir !
Sen ‘’Hazremi’ ‘ nin katili değil misin ki , suçu, Ziyad’ın sana bildirdiği ‘’O, Ali’nin dinini izlemektedir ‘’ sözü idi. Halbuki Ali’nin dini amca-
sının oğlu Peygamberin (saa) dininin aynısıdır. Ve bu din adına iktidarı elinde bulunduruyor, hükümet koltuğunda oturuyorsun! Ve eğer
bu din olmasaydı sen ve babaların hala cahiliyet devrinde yaşıyor olacaktınız.En büyük şerefiniz, biri yazın ve biri kışın olmak üzere
Yemen ve Şam’a iki kere yolculuk yapmaktı. Ama Allah biz Ehli-Beyt ailesinin liderliği ışığında sizi bu alçak yaşantıdan kurtarmıştır.
Ey Muaviye ! Söylediklerinden biri de bu ümmet arasında ihtilaf icat etmememe dairdir. Ben senin bu ümmeti içine sürüklediğin
fitneden daha büyük ve daha önemli bir fitne bilmiyorum. Bir diğer sözünde kendime, dinime ve Muhammed (saa) ümmetine dikkat
etmemdir. Ben (görevmi düşünüp, dinime ve Muhammed (saa) ümmetine baktığım zaman) seninle savaşmaktan daha önemli bir
vazife göremiyorum. Kuşkusuz ki bu savaş Allah yolunda cihat olacaktır. Ve eğer (bazı özürlerden dolayı) sana karşı gelmekten çekini-
yorsam Allah’tan beni bağışlamasını diliyorum. Allah’tan beni kendi rızasına ve sevincine mücip olacak şeylere, irşat ve hidayet etmesini
istiyorum.
Ey Muaviye ! Eğer sana kötülük edersem bana kötülük edeceğini, eğer sana düşmanlık edersem bana düşmanlık edeceğini söylüyorsun.
Söylemeliyim ki bu dünyada iyiler ve salih kişiler her zaman kötülerin düşmanlığına maruz kalmışlardır. Ben senin düşmanlığının bana
zarar vermeyeceğini, kötü düşüncelerinin herkesten çok kendine yöneleceğini ve yaptıklarına son vereceğini ümit ediyorum. Bu durum-
da elinden geldiği kadar düşmanlık et !
Ey Muaviye ! Allah’tan kork ve bil ki büyük küçük bütün günahların ilahi dosyada kayda geçmiştir. Şunu da bil ki: Allah senin, sırf kuşku
üzerien insanları öldürmeni, sadece bir itham ile insanları yakalatıp eziyet etmeni, köpek oynatan içkici(alkolik) bir çocuğu iktidara ge-
tirmeni hiç bir şekilde unutmayacaktır.
Sen bu yaptığınla kendini helak ettin, dinini (dindarlığını) boşa harcadın, milletin hakkını çiğnedin. Vesselam ‘’ (1)
(1) İbni Kuteybe Deynuri, aynı kitap C.1, S.180, Az bir kelime farkı ile Bihar’ül - Envar, C.44,S.212 - İhtica-ı Tabersi, C.2 S.161 İhtiyar-i Marifetü’l Rical, s.48.
Bismillahirrahmanirrahim
İmam Huseyn (a)i Muaviye’ye cevabında şöyle yazdı :
‘’ ... Sonra, mektubun elime geçti, sana ulaşan haberlerin,sana göre bana yakışmadığını ve onların benim şanıma uygun olmadığını yazıyorsun! Söylemeliyim ki, sadece Allah insanları iyiliğe hidayet eder ve insana hayırlı ameller yapmayı nasip eder.
Benim hakkımda sana ulaşan sözler; yalancıların, bölücü gammazların, çapulcuların uydurduğu temelsiz sözlerden başka birşey
değildir.Bun dinsiz sapıklar yalan söylemişlerdir, ben ne sana karşı savaş hazırlığı içindeyim ne de sana karşı ayaklanmaya niyet
etmişim.Ama sana karşı, senin zalimler güruhu ve şeytanın kardeşleri olan dinsiz dostlarına karşı kıyam etmediğim için Allah’tan korkuyorum.
‘’Hucur b. Adiy’’ ve arkadaşlarının katili sen değil miydin ? Namaz kılan Allah’a ibadet eden kimseleri, bidatları reva görmeyip onlarla
mücadele edenleri, sadece iyiliği emredip kötülükten alıkoyanları, sen öldürmedin mi ? Sen onlara aman verip geçmiş olaylardan dolayı
onlara eziyet etmeyeceğine dair yeminler edip söz verdiğin halde verdiğin aman ve ettiğin yeminlere uymayıp onları zalimce öldürdün.
Bu davranışınla Allah’a karşı küstahlık ettin, ona verdiğin ahit ve sözü hafife aldın.
İbadetinin çokluğundan yüzü ve vücudu yıpranan abid bir Müslüman olan ‘’Amr b. Hamik’’ in katili sen değil misin ? Ona aman tanıyıp
söz verdiğin ki bu sözü çöl şeytanlarına verseydin tepelerinden aşağı inerlerdi - o halde onu öldürdün.
Sen değil miydin ki ? (Sümmeyye oğlu) ‘’Ziyad’’ ı kardeş kabul ettin, Ebu Süfyan’ın oğludur dedin. Oysa Peygamber : ‘‘ Çocuk babasına
aittir, zina yapan ise recm edilmelidir‘’ buyurmaktadır.
Keşke iş bununla bitseydi, ama öyle olmadı.Sümeyye oğlunu kardeşin kabul ettikten sonra onu Müslümanlara musallat ettin ve o sen-
den aldığı güçle Müslümanları öldürdü.Ellerini ayaklarını kesti, hurma ağaçlarının dallarına astırdı. Ey Muaviye sen bu dünyayı Müslü-
manlara öyle daralttın ki sanki ne sen bu ümmettensin ne de bu ümmet sendendir !
Sen ‘’Hazremi’ ‘ nin katili değil misin ki , suçu, Ziyad’ın sana bildirdiği ‘’O, Ali’nin dinini izlemektedir ‘’ sözü idi. Halbuki Ali’nin dini amca-
sının oğlu Peygamberin (saa) dininin aynısıdır. Ve bu din adına iktidarı elinde bulunduruyor, hükümet koltuğunda oturuyorsun! Ve eğer
bu din olmasaydı sen ve babaların hala cahiliyet devrinde yaşıyor olacaktınız.En büyük şerefiniz, biri yazın ve biri kışın olmak üzere
Yemen ve Şam’a iki kere yolculuk yapmaktı. Ama Allah biz Ehli-Beyt ailesinin liderliği ışığında sizi bu alçak yaşantıdan kurtarmıştır.
Ey Muaviye ! Söylediklerinden biri de bu ümmet arasında ihtilaf icat etmememe dairdir. Ben senin bu ümmeti içine sürüklediğin
fitneden daha büyük ve daha önemli bir fitne bilmiyorum. Bir diğer sözünde kendime, dinime ve Muhammed (saa) ümmetine dikkat
etmemdir. Ben (görevmi düşünüp, dinime ve Muhammed (saa) ümmetine baktığım zaman) seninle savaşmaktan daha önemli bir
vazife göremiyorum. Kuşkusuz ki bu savaş Allah yolunda cihat olacaktır. Ve eğer (bazı özürlerden dolayı) sana karşı gelmekten çekini-
yorsam Allah’tan beni bağışlamasını diliyorum. Allah’tan beni kendi rızasına ve sevincine mücip olacak şeylere, irşat ve hidayet etmesini
istiyorum.
Ey Muaviye ! Eğer sana kötülük edersem bana kötülük edeceğini, eğer sana düşmanlık edersem bana düşmanlık edeceğini söylüyorsun.
Söylemeliyim ki bu dünyada iyiler ve salih kişiler her zaman kötülerin düşmanlığına maruz kalmışlardır. Ben senin düşmanlığının bana
zarar vermeyeceğini, kötü düşüncelerinin herkesten çok kendine yöneleceğini ve yaptıklarına son vereceğini ümit ediyorum. Bu durum-
da elinden geldiği kadar düşmanlık et !
Ey Muaviye ! Allah’tan kork ve bil ki büyük küçük bütün günahların ilahi dosyada kayda geçmiştir. Şunu da bil ki: Allah senin, sırf kuşku
üzerien insanları öldürmeni, sadece bir itham ile insanları yakalatıp eziyet etmeni, köpek oynatan içkici(alkolik) bir çocuğu iktidara ge-
tirmeni hiç bir şekilde unutmayacaktır.
Sen bu yaptığınla kendini helak ettin, dinini (dindarlığını) boşa harcadın, milletin hakkını çiğnedin. Vesselam ‘’ (1)
(1) İbni Kuteybe Deynuri, aynı kitap C.1, S.180, Az bir kelime farkı ile Bihar’ül - Envar, C.44,S.212 - İhtica-ı Tabersi, C.2 S.161 İhtiyar-i Marifetü’l Rical, s.48.
27 Kasım 2012 Salı
12 eylül komedisi..KİMLER YARGILANIYOR..
(ÜRÜNLERİNİN ŞİMDİKİ HÜKÜMETTE DEVAM ETTİĞİNİ GÖRMEMEK APTALLIK OLUR..)
( İMRANLIM YÖNETİMİ)
HASTA YATAĞINA DÜŞENE KADAR 32 YIL BOYUNCA VERGİLERİMİZLE BESLENEN DİKTATÖRLERİ 12 EYLÜL SÜRDÜRÜCÜLERİ YARGILAYAMAZ!
• ONLAR HALKIN VE EMEKÇİLERİN VİCDANINDA ZATEN YARGILANMIŞ, TARİHİN ÇÖP SEPETİNDEKİ YERLERİNİ ÇOKTAN ALMIŞLARDIR!..
12 Eylül’ün sorumlularından, hayattaki iki “elebaşı” Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren ile üyesi Tahsin Şahinkaya’nın ortaoyununa dönüşen yargılamaları sürüyor.
12 Eylül’ün bugün de geçerli olduğunun en rafine delilleri, halka yıllarca kan kusturan, insanlıktan nasibini almamış, “Tarafsızlığımızı göstermek için, bir sağdan, bir soldan astık” diyebilecek kadar iflah olmaz vicdansızlığa sahip diktatörlerin dudaklarından sarfedilmektedir: “Biz ihtilale teşebbüs etmedik, ihtilal yaptık! Bizi yargılayamazsınız.”
Görünen o ki zaten yargılanmıyorlar ve 12 Eylül’ün üzerinde yükselen bu “düzende” yargılanamazlar da!
12 Eylül faşist darbesi Türkiye’yi siyasal, sosyal, hukuksal ve bilimsel alanlarda büyük tahribata uğrattı. Hukuk, adalet, bilim, emek ve çalışma hayatı yok edildi. Emekçilerin kazanılmış bütün hakları zorla ellerinden alındı.
Üç insanın bile sokakta yanyana yürümesinin yasaklandığı bu dönemde binlerce insan işkenceden geçirildi, yüzlercesi sakat kaldı, sürek avlarında kurşuna dizildi, işkencede öldürüldü, 50 kişi idam edildi, binlerce insan yıllarca cezaevlerinde tutuldu, gazeteler dergiler toplatıldı, yasaklandı, binlerce kitap yakıldı. Sendikalar, dernekler, partiler kapatıldı, mallarına el kondu.
Ülkesinin mutluluğu ve esenliğinden başka birşey istemeyen devrimciler, sendikacılar, yazarlar, aydın ve sanatçılar cezaevlerine dolduruldu, haklarında idam cezaları istendi. Her mahalle karakolu bir işkencehaneye dönüştürüldü, yetmedi, stadyumlar ve okullar kitlesel toplama kampları haline getirildi ve çeşitli yaş gruplarından binlerce insana burada akıl almaz işkenceler yapıldı, 1961 Anayasası ortadan kaldırıldı! 12 Eylül’de 650 bin kişi gözaltına alındı. 210 bin davada 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. 21 bin 764 kişi örgüt üyesi olma suçundan hüküm giydi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 23 bin 700 derneğin faaliyetine son verildi. 9 bin 962 adet işkence soruşturma ve davası açıldı.
Bu etkiler siyasal, sosyal, toplumsal veya kültürel anlamda yalnızca bu kuşaktan değil, bütün bir toplumdan pek çok şey götürdü.
Bunların sonuçlarını ve devamını günümüzde de yaşamaktayız. 12 Eylül hala güncelliğini koruyor. 12 Eylül hukuku hala geçerlidir. 12 Eylül askeri yönetimi tarafından hazırlanan Anayasa temel hükümleriyle hala yürürlükte olduğu gibi, çıkarılan yasalar ve kurumlar da yürürlüktedir. 12 Eylül’ün siyasi ve sosyal sonuçları hala geçerlidir.
Daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi; 12 Eylül sürecinin yargılaması emperyalizme bağımlılık ve sınıfsal tahakkümü üzerinden yapılmadığı, 12 Eylül Faşist Darbesi tüm sonuçları ve sorumlularıyla birlikte soruşturulmadığı ve 12 Eylül kurumları, hukuku, zihniyeti devam ettiği sürece gerçek bir yargılamaya da asla dönüşmeyecektir.
12 Eylül’ün uygulamalarından ve sonuçlarından muaf tutularak, faşist darbecilere “bir daha olsa yine yapardım” deme cesareti verilerek yapılan bu “göstermelik dava” ancak ve ancak onları kendi koydukları ve bugün de geçerliliği süren hukuk karşısında “aklamaya” yarayacaktır.
Ama onlar, halkın ve emekçilerin vicdanında zaten yargılanmış, tarihin çöp sepetindeki yerlerini çoktan almışlardır!
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





