24 Ekim 2012 Çarşamba

ONDÖRT MA’SÛM’U KISACA TANIYALIM

ONDÖRT MA’SÛM’U  KISACA TANIYALIM

HAZRETİ MUHAMMED’İN (a.s) HAYÂTI

Hz. Muhammed (a.s) mîlâdî 571 yılında Mekke’de dünyâya geldi. Babasının adı Abdullâh (r.h.), annesinin adı Âmine (r.h.)’dir. Hz. Peygamberin doğumu bütün insanlık âlemini saran, karanlık câhiliyye gecesinin ufkunda, İslâm güneşinin yakında doğacağını müjdeleyen bir şafak misâliydi. Bu şafağın doğuşuyla, Kisrâ’nın sarayındaki direkler yıkılıyor, ateşperestlerin sönmez zannedilen ateşleri sönüyor, şirk ve put düzenlerinin bekçileri dehşete düşüyor, Kâbe’yi işgal etmiş putlar bir bir devriliyordu.
Ulu Önderimiz (s.a.a.) anne karnındayken babasını, altı yaşına geldiğinde de annesini kaybetti. Hayâtının ilk yıllarını Mekke dışında ve süt annesi Hâlime’nin yanında geçirdi. Daha sonra dedesi Abdulmuttalib’in himâyesine girdi. Dedesinin vefâtından sonra da sekiz yaşından itibâren amcası Ebû Tâlib ®’in yanında kaldı.
Ebû Tâlib (r.a.), peygamber efendimizi müşriklerden gelen baskı ve saldırılara karşı yiğitçe himaye eden bir kimse olmuştur. Hayâtının çocukluk dönemleri ilâhî gözetim ve ğaybî denetim altında geçen gönüller Sultânı (s)’nın, gençlik dönemi de herkese örnek olacak bir vefâlılık, nezâfet ve sadâkâtle noktalanmıştır. Sultân (a.s) gençlik dönemlerinde bile; özü, sözüne uygun, güvenilir birisi olmasından dolayı “Muhammedü’l- Emîn”  lakâbını almıştı.
O yüce insan, peygamberliğini henüz izhâr etmemiş olduğu olgunluk ve gençlik yıllarını yaratıcısına niyâz, duâ ve ibâdete ayırmıştı. Öyle ki; bazen ibâdet için halktan uzaklaşarak, Nûr dağındaki Hıra mağarasınaçekilirdi. 
Kırk yaşlarına ulaştığı sıralarda, yine bir gün Hıra mağarasındayken vahiy meleği Cebrâîl (a.s.), Kur’ân’dan, Alak sûresinin ilk âyetlerini getirmiş ve beklenen ilâhî güneş, cehâlet ve zulmet karanlığının üzerine hiç batmamak üzere doğmuştu.
İlk vahiyle birlikte insanlığa Allâh’ın elçisi olarak gönderilen Hâtemü’l Enbiyâ Hazreti Muhammed Mustafâ (s.a.v.) 23 yıl sürecek olan teblîğ ve cihâd hareketini başlattı. Bu kutlu dâvâda, ilk ve yılmaz savunucusu ve destekçisi ise sevgili eşi, müminlerin annesi Hz. Hatîce (s) idi. Bu dönemde nice mümin, mücâhit ve fedâkar insanlar yetiştirdi. Hz. Muhammed’in (a) Peygamberlik dönemi, söz ve fiiliyâtla, bütün insanlığa kurtuluş yolunu gösterdi.
Teblîğ; Bir mesajı ulaştırmak anlamına geldiğinden, en büyük mesaj olan Kur’ân-ı Mecîd’in ulaştırıcısı ve açıklayıcısı olan ebedî liderimiz (a.s), en büyük teblîğ görevini üslenmiştir. Bu teblîğ görevi, Mekke döneminde, öncelikle TEVHÎD, NÜBÜVVET ve MEAD’e (âhirete) îmânı, insanlara benimsetmek amacına yönelik olarak, müjdeleyici ve korkutucu âyetleri açıklamak noktasında ağırlık kazanıyordu. 
Elbette ki Şanlı Rehberin (s.a.a.) teblîğ yöntemi diğer bütün peygamberlerde olduğu gibi, ilk baştan müşriklerin inançlarının temelini oluşturan PUT ve TÂĞÛT’ları reddetmek ve onların bâtıl düzen ve sistemlerine karşı düşman olduğunu îlan etmek esâsına dayalıydı. Yani; LÂ İLÂHE İLLALLÂH’ı kalplere, gönüllere ve nihâyet toplumun her bir köşesine hâkim kılmak teblîğin ana gayesiydi. Bu yüzden, Resûlullâh ve güzîde ashâbı (r.a.), müşriklerin ve tüm bâtıl yolun yolcularının çeşitli işkence ve eziyetlerine marûz kalmışlardır.
Hicretin akabinde, MEDÎNE İSLÂM DEVLETİ’nin tesîsinden sonra ve o devletin bilfiil devlet başkanının Resûlullâh olduğu dönemde ise, O başkomutan (a.s) İslâm’ın müdâfaası için bir çok savaşta hazır bulunmanın yanı sıra, fertlerin rûhen olgunlaşması için, yerine getirilmesi veya uzak durulması gereken emir ve yasakları (farzlar ve haramları) ve toplumsal hayatın İslâm’a göre şekillendirilmesi için de lâzım gelen siyâsî, iktisâdî, hukûkî ve cezâî esasları açıklamıştır. İnsanları her türlü esâret ve kölelik zincirlerinin boyunduruğundan kurtaran, Tevhîd akîdesinin yılmaz savunucusu Hz. Ahmed Muhammed Mustafâ (a.s), hak dava uğrunda nice çilelere katlanmış, İslâm’ı ve İslâm toplumunu koruma ve kollama yolunda bir çok savaşlara katılmış, hakka âşıkların, mazlûmların, mustazafların, kimsesizlerin umut güneşi, zâlimlerin, kâfirlerin, müstekbirlerin ve münâfıkların da korkulu rüyâsı olmuştur. Allâh tarafından yaratılmış ilk ve en kâmil nûr olan peygamberlerin sonuncusu, yüce mesâjın sâhibi Hazreti Muhammed Mustafâ (s.a.a.) 632 yılında bedenen aramızdan ayrılarak Sevgili (c.c.)’ye kavuşmuştur.[34]
Salât-ü Selâm üzerinize olsun , Ey Resûl ve Ehl-i Beyt’i! 
Selâm sizlere, Ey Resûl’ün yoldaşları, yâranları!
Selâm sana, Ey Hatîce ana!
Şefâatınız cümlemizin üzerine olsun!
Nebîler Şâhı (a.s) buyurdular; “İmâmını bilmeden (tanımadan) ölen kimse, câhiliyye ölümü ile ölmüş olur.”[35]
MUHAMMED’İM GEL
Rehberim, mürşîdim, Muhammed’im gel.
Resûlü Kibriyâ’m, Can Ahmed’im gel.
Nice, hayâlimde seyrangâhımsın,
Hak nûr-u Nübüvvet; Muhammed’im gel.
Hak habîbi; canım, Muhammed’im gel.
Ol nûr-u Rahmân’ım; Can Ahmed’im gel.
Sen ki dû cihânın Mustafâ’sısın,
Sâki-i âb-ı Kevser, Muhammed’im gel.
Müminler safâsı; Muhammed’im gel.
Ehl-i Beyt atası; Can Ahmed’im gel.
Bütün insanlığın şefaatkânısın,
Hakîkat binâsı, Muhammed’im gel.
Kâfirin korkusu; Muhammed’im gel.
Âşığın tartısı; Can Ahmed’im gel.
Cümle Enbiyâ’nın pâdişâhısın,
Nefsimin törpüsü, Muhammed’im gel.
Kul Kanmışım, candan sana bağlandım.
Ciğerciğim kebap oldu dağlandım.
Bazen Mecnûn oldum, bazen uslandım,
Aşkın yaktı bizi, Muhammed’im gel (s.a.a.)[36]
İmâm’lar (a.s); Muhammedî Güneş’in, çevresinde dönen gezegenlerdir.

HAZRETİ FÂTIMA’NIN ( a.s.) HAYÂTI

Hazreti Fâtıma (a.s); Peygamberimizin, Hazreti Hatîce’den (a.s) olma kızı ve peygamber neslinin devam ettiricisi, Nübüvvet semâsının nur saçan parlak yıldızıdır. Gönül hangi duygularla anlatabilir O’nu! Dil hangi kelimelerle ifâde edebilir O’nu! O ki; tarih yazan bir mektebin konuşan dili, haykıran yüreği, yaşayan bedeniydi. O, yüce Allâh’ın, Habîbine dünyâda iken ikrâm ettiği “Kevser” iidi.
Söz ve söyleyiş bakımından Resûl-ü Ekrem’e (a.s) çok benzerlerdi. Babalarının yanına girdikleri vakit, Resûlullâh, ona hürmeten ayağa kalkarlar, onu öperler, hal-hatırını sorarlar, oturturlardı. Peygamberimiz onun yanına vardıkları zaman da, Fâtıma ayağa kalkar, babalarına karşı aynı hürmette bulunurlar, ellerini öperler oturturlardı.
Hz. Fâtıma (a.s), Mekke’de Hz. Hatîce (a) annemizin vefâtlarından sonra, henüz çocuk yaşta oldukları halde babalarını her hususta korumaya başlamışlardı. Bir defasında Kureyş’in ileri gelen bazı kafirleri Resûlullâh namaz kılarken secdede mübârek sırtlarına pislik atmışlar, bunu duyan Fâtıma (a), koşarak babalarının yardımına gelmiş, O’nun mübârek sırtlarını temizlemişlerdi. O, âdeta babasının annesi idi ki; Resûlullâh bu yüzden ona “ümmü ebîha” (babasının annesi) lakâbını vermişlerdi.
Ehl-i Beyt İmâmlarının başlarının tâcı, müminlerin annesi, Peygamberin göz bebeği olan O güzel insan (a.s), Nûr’un (a) Nûr’la (a) cem olma vakti geldiğinde, Allâh’ın izni, Resûlullâh’ın (s) onayı ve ilâhî takdîr ile eşine kavuşmuş, insanlar arasında sade ve gösterişsiz, melekler  âleminde ise, büyük bir sevinç ve ilâhî bir nikâh ile gelin olmuştur.
O; Kâinattaki en güzel babaya-anaya, en güzel kız evlat, İmâmlar İmâmı Ali’ye en güzel yardımcı ve eş, güzeller güzeli cennetlik gençlerin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’e (a) en güzel anne, mümin kadınlar ve kızlara en güzel örnek olmuştur.
Hz. Fâtıma, efendimizin (a.s.) sonsuzluğa yelken açmasından çok kısa bir süre sonra sevdiğine kavuşmuş, babasına komşu olmuştur.[37]
Peygamberimizin, Fâtıma-ı Zehrâ’nın ve tüm Ehl-i Beyt-i Mustafâ’nın üzerine sonsuz salât ve selâm olsun!
İlâhî! bizleri, onların yolunda ve onlara komşu eyle!
Hz. Fâtıma (a.s) buyurdu; “Allâh ana-babaya iyilik yapmayı ilâhî gazaptan korunma vesîlesi kıldı.” [38]
Din kardeşinin ayıbını örtmek, Ehl-i Beyt âşığının nişânesidir.

1. İMÂM HZ. ALİ’NİN (a)HAYÂTI

İmâm Ali (a.s) hicretten 23 yıl önce Mekke’de dünyaya geldi. Babası Ebû Tâlib ®, annesi Esed kızı Fâtıma ®’dır. Küçük yaşlardan itibaren, peygamberimiz onu kendi evine alarak, terbiye ve himâyesini bizzat kendisi üslendi. O, peygamberimize ilk îmân getiren kimseydi ve her zaman O’nunla beraberdi. Peygamberimizin biricik kızı Fâtıma (s), O’nun eşi idi. 
O; Putperestlerin, peygamber efendimizi öldürmek istedikleri o hicret gecesinde, canını ortaya koyarak Resûlullâh’ın yatağına yatan, hem Mekke’de ve hem de Medîne’ye hicret gerçekleştikten sonra ashâb ® arasındaki kardeşlik (musâhiplik) eşleşmesinde Hz. Peygambere kardeş olan, Resûlullâh’ın (a.s) hayatta olduğu dönemde yapılan savaşların çoğunda Allâh’ın izni ile Müslüman’ların muzaffer olmalarında olağanüstü emekleri geçen ve hakkında kudsî hadîs ile; “Lâ fetâ illâ Ali, Lâ seyfe illâ zülfikâr-Ali’den yiğit er Zülfikâr’dan üstün kılıç yoktur.” buyrulan, hendek savaşında Müslüman’larda korku ve gevşekliğin hâkim olduğu bir sırada, kimsenin karşısına çıkmaya cesâret edemediği elebaşı bir müşrîki, dillere destan kılıç darbesi ile cehenneme yuvarlayarak, Hz Peygamber’in (a.s); “Ali’nin bu kılıç darbesi diğer bütün insanlar ve cinlerin ibâdetlerinden daha üstündür/faziletlidir.” kelâm-ı şerîflerine mazhâr olan... kimsedir.
Ehl-i Beyt’in anlayışı ve yoluna göre, İmâm Ali (a), ilâhî emir gereği Hazreti Resûlullâh’ın (s.a.a.) hak halifeleri olan Oniki masum İmâm’ın ilkidir. Resûlullâh, İslâm davetini teblîğe başladığı günden itibaren, çeşitli münâsebetlerle, Hz. Ali’nin bu ilâhî hilâfet makâmının sâhibi olduğunu açıklamıştır. Özellikle de “Ğadir-i Hum” denilen mevkide vedâ haccı dönüşünde Hazreti Ali’yi hilâfet-İmâmet-Velâyet makâmına ilâhî bir emirle atamışlar, sahâbeden bir çok ileri gelenler de orada Hz. Ali’yi bu makâma atanmalarından dolayı tebrîk etmiş, kutlamışlardır. Ehl-i Beyt mektebinde bu münâsebetle “Ğadir-i Hum” olayının cereyân ettiği 18 Zilhicce günü “Ğadîr-i Hum bayramı” olarak kutlanır ki, bu günde, günün önemini belirten konuşmalar yapılır, İmâm’ın (a.s) kişiliği, hayâtı, mücâdelesi hakkında bilgiler verilir, ümmete, örnek bir “İnsan-ı Kâmil”  tanıtılmaya çalışılır.[39]
Ancak; Resûlullâh’ın vefâtından sonra bazı sebeplerden ötürü ilk üç halîfe ® döneminde İmâm-ı Ali’nin zâhirî hilâfeti gerçekleşmemiştir. Üçüncü Halîfe’den sonra Müslüman’larca halîfelik makâmına getirilen İmâm (s), kendisinden önceki halîfelerin atamış oldukları bir çok vâli ve devlet görevlilerini bulundukları makâma layık görmediğinden, onları azledip, yerlerine lâyık gördüğü kimseleri tayîn etti. Bu dönemde, çeşitli nedenlerden ötürü oluşan iç muhâlefet netîcesinde, İmâm (a), Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarını yapmak zorunda kaldı.
Hz. Ali ®; takvâda, Allâh’a ibâdette, cesârette, yiğitlikte, emînlikte, Hz. Resûlullâh’tan (s.a.) sonra gelen ilk insandı. O, her zaman hakkı, adâleti, Allâh’ın şerîatını icrâ ediyor, mazlûmlara yardımcı, dost, zâlimlere ise düşmân idi. O’nun adâlet anlayışında, hiç kimse için bir ayrıcalık söz konusu olmayıp, Hakk’a âşık, adâlet timsâli bir zât idi.
İmâm Ali; ilimde ashâbın ® arasında en bilgini idi. Resûlullâh (s.a.a); “Ben ilmin şehriyim, Ali’de onun kapısıdır, şehre girmek isteyen kapıdan gelsin.”[40] buyurarak, Hz. Ali’nin bu derin ilmini beyân etmişlerdir.
“NEHCÜ’L BELÂĞA” kitâbı da, ilim deryâsı olan İmâm’ın (a), hutbe, mektûp, öğüt ve nasîhatlerinden bir kısmını içeren kıymetlibir eserdir.
İmâm Ali, bir sabah namâzı esnâsında dâhilî hâinlerden İbn-i Mülcem (l.a.) tarafından bir kılıç-hançer darbesi ile vurulmuş ve aldığı yaralar neticesinde şehâdet şerbetini içmiştir.[41]
Selâm sana, Ey ilim şehrinin kapısı!
Selâm sana, Ey Resûlullâh’ın kardeşi!
Selâm sana, Ey müminlerin velîsi
Selâm sana, Ey hakkında; “Ali’ye söven bana sövmüştür, bana söven de Allâh’a sövmüş olur.”, “Ali ile savaşan benimle savaşmıştır, benimle savaşan da Allâh ile savaşmış gibi olur.”, Ey Ali! Ben Kur’ân’ın tenzîli için savaştım, sen de te’vîli için savaşacaksın.”, “Ali’yi sevmek îmândan, O’na buğzetmek ise münâfıklıktandır...” buyrulan İslâm Askeri!
Selâm sana, Ey Hizbullâh’ın İmâmı!
Hz. İmâm Ali (a) buyuruyor; “İyilerle kötüler senin yanında aynı değerde olmasın. Çünkü, bu iyileri iyilik yapmaktan soğutur, kötüleri de kötülük yapmak da cüretli kılar.”[42]
“Son veda haccı idi peygamberin.
Onsekizinci günü Zilhicce’nin.
Çıktı yüksek bir yere ol Mustafâ,
Yanına aldı Ali’yi, bâsafâ.
Dinleyiniz ey garib ümmetlerim,
Anlatayım size vasiyetlerim.
Aranızdan ayrılığım çok yakın,
Hak yoldan çıkmayın, aman, sakın.
Bana îmânı olanlar, dinleyin,
Allâh’ın fermânını siz belleyin.
İki muhkem şey bırakırım size,
Haşr’e dek rehber olur bunlar size.
Birisi, Allâh’ın Kur’ân’ıdır,
Diğeri, Ehl-i Beyt’in irfânıdır.
İşte aldım ben Ali’yi yanıma,
Son sözü tekrarlarım ihvânıma.
Canla, başla siz Ali’ye sarılın,
Böylelikle Hak yoluna doğrulun.
Ben, kimin mevlâsı olduysam heman,
Ali’de mevlâsıdır, onun her zaman.
Kim beni severse, sever Ali’yi,
Ayrı bilmez, Peygamberle, velîyi.
Kim, Ali’ye düşman olursa heman,
O, benim de düşmanımdır her zaman.
Sonra dedi, ol Muhammed Mustafâ,
Ey ashâbım eyleyin ahde vefâ.
Sonra kaldırdı elini Fahr-ı Cihân,
Dedi: Yâ Rab! Şâhit ol sen de hemân.
Allâh’ım sen de sev Ali’yi seveni,
Sen de sevme Ali’yi sevmeyeni.
Düşman ol! sen de Ali’nin düşmanına,
Yardım eyle! Ali’nin yârânına.
Her kim Ali’den kaçarsa ey Hüdâ!,
O’nu benden dâima eyle cüdâ.
Kim hakâret eylese bu Ali’ye,
Ya, husûmet eylese ol velîye.[43]
Sen iki cihânda onu kıl hakir,
Bu duâmı müstecâb et yâ Kadîr!
İşitince hep sahâbe bu sözü,
Vecde geldi, güldü hepsinin yüzü.”[44]
İmâm Ali (a.s) İslâm’ın onurudur.

2. İMÂM HZ. HASAN’IN (a.s) HAYÂTI

İmâm Hasan (a), Medîne’de dünyâya geldi. Babası, Hz. Ali (a.s), annesi Hz. Fâtıma (a.s)’dır. İmâm Hasan, Hz. Resûlullâh (a.s) gibi bir dede ile, Fâtıma ve Ali gibi bir anne ve babanın eli altında, onların terbiyeleri ile yetişti. O, Peygamber efendimizin, haklarında; “...cennetlik gençlerin efendileridir...” buyurduğu iki kardeşten birisidir.”
O’nun mübârek isimleri, bizzat Hz. Resûlullâh tarafından kendilerine verilmiş olup, peygamberimizin (a.s), zât-ı şerîflerine en ufak bir acı-zarar bile gelmesine, tahammül gösteremediği biricik torunlarından idi.
İmâm Hasan (a.s), babaları Şâh-ı Velâyet’in şehâdetleri esnâsında vasiyet üzerine ümmetin İmâmı olmuş, kudsî halleri ve rabbânî kemâlâtı ile ümmeti zâhiren ve bâtınen hakka ulaştırma yolunda cehd etmiştir. Kendisi gayet halîm, selîm, Resûlullâh’ın (s.a.a.) ve Velîler başbuğunun (a.s.) vasıflarını câmi, İmâm-ı Ali’nin bir çok sırlarına mahrem bir zât olup, peygamberimizin göz bebeği idi.
İmâmın, zâhirî hilâfet makâmına geçmesinden sonra uzun bir süre dolmadan Muâviye, İmâma baş kaldırarak önceki hîle ve desîselerine devam etti. İmâmın (a) taraftarlarının vefâsızlığı, Emevî soyunun Müslüman’larca henüz tam olarak tanınamaması, bir çok menfaat şebekelerinin deMuâviye’nin safında yer almış olmaları, ortam ve Müslüman’ların maslahatının, savaşa müsâit olmamasından dolayı, İmâm (a), belli şartlar dâhilinde O’nunla barış antlaşması imzaladı, Müslüman’ların ve İslâm’ın faydasına olması amacıyla zâhirî hilâfetten ferâğat etti.
Fakat, Muâviye, yaptığı antlaşmanın hiç bir şartına riâyet etmedi. Ve Resûlullâh’ın (a.s); münâfıkların alâmeti ile ilgili buyurmuş oldukları üç bâriz özelliği bütün çıplaklığıyla hal ve uygulamalarında tecellî ettirmiş oldu; “Söz verdi sözünde durmadı. Ehl-i Beyt emânetine ihânet etti. Yalanlarında sınır tanımadı.” (Kur’ân’da bahsedilen, münâfıklarla ilgili özelliklerle de Muâviye’nin yaşamının ne boyutta örtüştüğü her aklı başındaki müminin malûmudur.) Zamanla Ümeyye oğullarının içyüzü yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Sonunda, Muâviye, Hz. Hasan’ın (a) varlığına bile tahammül edemeyerek İmâm’ı zehirlettirerek şehît etti.[45]
Selâm sana, annene, babana, kardeşin Hüseyin’e ve Ceddin Resûlullâh’a, Ey Peygamberin torunu!
Selâm sana ve senden yana olan Şîalarına, Ey İmâm!
İmâm Hasan (a.s) buyurdu; “Kardeşlik, sıkıntı ve darlıkta vefâlı olmaktır.”[46]
.......
.......
İmâm Ali babaları,
Muhammed’dir dedeleri,
Arşın çifte küpeleri,
Hasan ile Hüseyin’dir. 
Yunus der ki dünya fâni,
Bizden evvel gelen hani,
Sekiz cennetin sultanı,
Hasan ile Hüseyin’dir(a.s)..[47]
Alevîlik, İslâm yoluna baş koymaktır.

3. İMÂM HZ. HÜSEYİN’İN (a.s) HAYÂTI

Hz. Hüseyin Medîne-i Münevvere’de dünyâyı şereflendirdi. Resûlullâh (a) tarafından ism-i şerîfleri verilen Hüseyin’in (a.s), babası, İmâm Ali (a.s), annesi ise, Fâtıma Betûl (s)’dür.
Fahr-i Kâinât (a.s.), Hazreti Hüseyin efendimize bizzat ilgi gösteriyordu. Kardeşi Hasan ile birlikte Resûlullâh’ın özel ilgi ve iltifâtına mazhâr olan şehitler efendisine gösterilen bu yakınlık, alelâde, dedenin toruna gösterdiği bir ilgi olmaktan öte, Resûlullâh’ın, Hüseyin’in şahsında İslâm’a, İslâm uğrunda Şehît olmaya, Ehl-i Beyt soyuna ve o soyun, tertemiz kılınmış İmâmlarına verdiği değeri ifâde ediyordu.
O yüce insan, kardeşi İmâm Hasan’ın vefâtı ile vasiyet üzere, ümmetin İmâmetine atanmış, Kerbelâ’da hunharca şehîd edilinceye kadar bu görevi hakkıyla îfâ etmiştir.
O; İslâm nedir?, küfür-şirk ne?, Müslüman kimdir?, kâfir kim?, takvâ nedir?, fücur ne?, hidâyet İmâmı kimdir?, dalâlet İmâmı kim?, İslâm’ın âdil düzeni nedir?, İslâm maskesi takılmış zulüm düzeni ne?, Allâh yolunda olmak nedir?, şeytân yolunda olmak ne?, Nebevî sünnet nedir?, Emevî sünnet ne? Hakk’a kul olmak nedir?, bâtıla satılmak ne?, Şeref nedir?, şerefsizlik ne?, İzzet nedir?, zillet ne?, Allâh’a ibâdet ve itaat nedir?, devlete, sultâna ibâdet ve itaat ne...??? bilinmediği, her şeyin birbirine karıştırıldığı bir dünyâda; hakkı bâtıldan ayıran bir Fâruk, doğruyu insanlara öğreten bir Muallim, zulüm bulutlarını dağıtan bir Güneş idi. O; zamanının, baltası ile putları kıran bir İbrâhîm’i, asâsı ile denizler yaran Mûsâ’sı, nefesiyle hayat veren Îsâ’sı, nûru ile kâinâtı tenvîr eden ceddi Muhammed’i (a) gibi idi.
Hüseyin (a), Müslüman’ların başına halîfe(!) sıfatıyla zulüm ve belâ getiren Muâviye’nin oğlu Yezit’e (l.a.) şanlı kıyâmıyla karşı koymuş ve Kerbelâ’da zâlimlerin eliyle, yetmişiki yârânıyla birlikte, geride Zeynep’ler, Zeynelâbidin’ler bırakarak şehâdete ulaşmış ve sevdiklerine kavuşmuştur. Kerbelâ’nın acı ve ibretli sahnesini günümüze taşıyan ve Asiye’lerin, Meryem’lerin, Hatîce’lerin, Sümeyye’lerin, ve Fâtıma’ların zalimlerce susturulamayacağını, yaşayışı ve haykırışlarıyla ortaya koyan İslâm’ın onurlu örnek kadınlarından Zeyneb’in (a) hayâtı ise, bir destan olup, Kerbelâ’nın ak yüzlerinden birini göstermekte, Zeynep, tüm çağların Müslüman kadınlarına “Üsve-i Hasene” olmaktadır.
İmâm Hüseyin ve dostlarının (r.a.) şehâdet şerbeti içtikleri acı ve hüzün dolu gün olan, 10 Muharrem Âşûrâ günü, İmâm’ın şehâdeti münâsebetiyle yüzlerce yıldır dünyânın dört bir yanında anılmakta, o günde Şehîdler Serveri’nin ve ashâbının ® muazzez ruhlarına Kur’ân okunmakta, duâlar edilmekte, gözler ve gönüller onun aşkı ile yanıp tutuşmakta ve ıslanmakta, sîneler dövülmekte, O’nun mücâdelesi ve tavizsiz yolu sürdürülmekte, tarihteki Yezîd’i (l.a.) tanıyan ve çağdaş Yezitlere karşı Muhammedî İslâm’ı savunan, yaşayan ve yaşatmaya çalışan bilinçli şahsiyetler oluşturulmaya çalışılmaktadır.[48]
Selâm sana, Ey Tûr-u Sînâ’sı Kerbelâ olan Hüseyin!
Selâm sana, Ey Resûlullâh’ın göz bebeği!
Selâm sana, Ey zamânın zübde-i âlemi!
Selâm sana, Ey aşk ikliminin güneşi!
Selâm sana, Ey Şehâdet âsâsı ile Tâğût Yezîd’in sihirleriniboşa çıkaran, zamânın Mûsâ’sı Hüseyin!
Selâm sana, Ey Zeyneb-i Kübrâ!
Selam, sana, ashâbına, yâranına, etbâına, evlâdına, ecdâdına Yâ Hüseyin!
Ehl-i Hakk’ın İmâmı Hüseyin (a.s) buyurdu; “Bir kardeşin senden ayrıldığında arkandan söylemesini istemediğin şeyi, sen de onun arkasından söyleme!”[49]
HÜSEYİN
Âlemlere rahmet ceddin son Nebî,
O’ndan aldık biz, en büyük haberi.
Müjdeler, uyarır bütün beşeri,
O’nun izinden gider mertçe Hüseyin.
Medîne’de dikilen, yükselen bayrak,
Parlayan İslâm’ın nûrudur ancak.
Bedir’de, Uhut’ta açılmış sancak,
Asil ceddin Muhammetçe, Hüseyin.
Mekke, Hayber, Yemen bir bir  fetholur.
Mazlumları zâlimlerden kurtulur.
Medîne’de âdil düzen kurulur,
Yoksul için olur bütçe, Hüseyin.
Fitne kanat açar Resul’den sonra,
Dînini yağmalar münâfık zorba.
Müslüman’a iner her alçak darbe,
Fısk işlenir çok hoyratça, Hüseyin.
Zulmün her türlüsü meydanı alır,
Hâinler açıkça suç işler olur.
Hilâfet yezitler eline kalır,
Ayak, baş olmuş nâmertçe, Hüseyin.
Zorbadan korkanlar baş eğmiş, kime?
Melûn sultan Yezit kalkışmış zulme.
Ümmet şaşkın, mahzûn, bezgindir ama,
Dertleriyle dertli dertçe, Hüseyin.
Reddeder, bîat etmez öyle sultana,
Azgın tâğût olup, Hakka çatana.
Görüp, susmak zillet gelmiş de O’na,
Hakkı haykırmıştır, netçe, Hüseyin.
Hem çağır, sonra da katletmeye kalk,
Dînini dünyâya satmış dönek halk.
Aslında kendileri oldular helak,
Terk edilmez ehl-i beytçe, Hüseyin.
Echel zâlimlere kılıç çalarak,
Binlerce vahşiye karşı durarak.
Yetmiş yiğit ile şehît olarak,
Emsalsizdir şehâdetçe, Hüseyin.
Nasıl da kıymışlar, kahpece heyhât!
Katledilmiş ol mutahhar ehl-i beyt.
“Müslüman’ım” der, bir de binlerce nâmert,
Allâh dostu, Velâyetçe Hüseyin.
Allâh için, İslâm için can verdi,
Tevhîdi kurtarmak için kan verdi.
Direnişi insanlığa şan verdi,
Kalpleri fethetti, fertçe Hüseyin.
Hak-bâtıl savaşı, işin aslıdır,
O, hak yolda, Muhammed’in neslidir.
En büyük emânet Kur’ân, ehlidir,
İsbat etti bak, yiğitçe Hüseyin.
Tüm tâgûtlar sultasını yürüttü,
Sandı, hakkın köklerini kuruttu.
Allâh Ehl-i Beyt’i böyle arıttı,
Sevilmekte hep ümmetçe, Hüseyin.
Gel kardeşim Hüseyin’i örnek al,
Allâh için cihad meydanına dal.
Tâğûtlara, bel’amlara korku sal,
Hak İmâmdır, İmâmetçe Hüseyin (a.s).[50]

Her yer Kerbelâ, her gün Âşûrâ,
Mümin olan, başın koyar bu yola.


[1] Geniş bilgi için bak: M. Ebû Zehrâ: İmâm Cafer Sâdık: sh:399, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansp: c:7 sh:8..vb.
[2] Usûl-u Kâfî: c: 1 sh: 11
[3] Usûl-u Kâfî: c: 1 sh: 11
[4] Usûl-u Kâfî: c: 1 sh: 30
[5] Usûl-ü dîn hakkında bakınız: Kâşiful Ğıta: Caferî mezhebi ve esasları: sh: 42-44, Tevfik Oytan: Bektâşiliğin iç yüzü: c: 2 sh: 52, Bedri Noyan: Bektâşîlik Alevîlik nedir? Sh: 60.., Mustafa Kalaycı: Ehl-i Beyt ışıkları ve âşıkları: sh: 130-131, Haydar Kaya: Bektâşî İlmihâli: sh: 39, Mekârim Şîrâzî: Ehl-i Beyt mektebinde temel inançlar, Der Râh-ı Hakk: Ehl-i Beyt mektebine göre İslâm’da usûl-ü dîn...vb.
[6] Allâh’ın varlığı hakkında delilli geniş bilgi için bakınız: Saîd-i Nursî: Sözler: 22. Söz, Mekârim Şîrâzî: Ehl-i Beyt mektebinde temel inançlar: sh: 13-68, Der Râh-ı Hakk: Ehl-i Beyt mektebine göre İslâm’da usûl-ü dîn: sh: 11-73, Muzaffer Ozak: İrşad: c: 1, Abdurrezzak Nevfel: Allâh ve modern ilim: c: 1-2..vb.
[7] Tevhîd ve şirk hakkında geniş bilgi için bak: Murtazâ Mutahhari: Kur’ân’da insan, îmân ve ahlak, Abdulbâki Gölpınarlı: Târih boyunca İslâm mezhepleri ve Şîilik: sh: 234-258, Ali Şerîatî: Dinler tarihi (1), Medeniyet tarihi (1), İslâm nedir?, Yarının tarihine bakış, Sâlih Gürdal: Tevhîd ve şirk, Mustafa Çelik: Müşrik toplumun âmentüsü, Ali Ünal: Kur’ân’da temel kavramlar, Yusuf Kerimoğlu: Kelimeler kavramlar, Mehmet Alagaş: Tevhîd ve şirk...vb.
[8] Tâğûtla ilgili âyetlere bakınız: Bakara (2): 256, 257, Nisâ (4): 51, 60,76, Mâide (5): 60, Nahl (16): 36, Zümer (39): 17.
[9] Usûl-u Kâfî: c: 1 sh: 86, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 3 sh: 3, 6, Tehzîb: c: 6 sh: 218, 301, Vesâilü’ş-Şîa: c: 18 sh: 99
[10] Tevhîd ve tâğûtun reddi ile ilgili bakınız: M. Hüseyin Beheştî-Cevad Bahoner: İnsan ve tarih, Ahmet El-Kattan-Muhammed Ez-Zeyn: Tâğût, Ali Ünal: Kur’ân’da temel kavramlar, Mustafa Çelik: Lâ 1, 2, Mustafa İslamoğlu: Îman Risâlesi, Yaşar Nuri Öztürk: Kur’ân’ın temel kavramları, Muhammed Kutub: Tevhîd, Yusuf El-Kardâvi: Tevhîdin hakîkati... vb.
[11] Men lâ yahduruhul fakîh: c: 3 sh: 5,Tehzîb: c: 6 sh: 221,
[12] Usûl-u Kâfî: c: 1 sh: 245..
[13] Nübüvvete îmân hakkında geniş bilgi için bak: Muhammed Tebrizî: İmâmiyye inançları: sh: 13.., A. Sabri Hamedânî: Cafer Sâdık buyrukları: sh: 68.., Abdulbâki Gölpınarlı: İslâm mezhepleri ve Şîilik: sh: 272.., Kâşiful Ğıtâ: Caferî mezhebi ve esasları: sh: 48-49, Muhammed Muzaffer: Şîa inançları: sh: 38.., Mekârim Şirâzî: Ehl-i Beyt mektebinde temel inançlar: sh: 131-196, Der Râh-ı Hakk: Ehl-i Beyt mektebine göre İslâm’da usûl-ü dîn: sh: 83-175,..vb. .
[14] Âhirete îmân ile ilgili daha geniş bilgi için bak: Mekârim Şirâzî: Ehl-i Beyt mektebinde temel inançlar: sh:277-336, Bedîuzzaman Saîd-i Nursî: Sözler: 10. söz, Abdulbâki Gölpınarlı: Tarih boyunca İslâm mezhepleri ve Şiilik: sh: 556-560, Murtazâ Mutahhari: Kur’ân’da insan-îmân-âhiret: sh: 221.., Der Râh-ı Hakk: Ehl-i Beyt mektebine göre İslâm’da usûl-ü dîn: sh: 238-255.., vb.
[15] Herkesin hakkının hesap günü eksiksiz verileceğine îmân etmek, bu dünyadaki zulüm ve haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, boyun eğmek, körü körüne teslimiyetçi olmak demek değildir. Müslüman, haksızlıklara karşı elinden geleni yapan, gücü yettiğince hakları savunandır.
[16] Adâlet ile ilgili geniş bilgi için bak: Nübüvvete ve âhirete îmân konusunda verilen kaynakların belirtildiği dipnottaki kaynak eserler.
[17] Said Havva: İslâm: sh: 309
[18] Seyyid Abdullâh Cemâleddîn: İslâm’da idâri siyâset: sh: 107
[19] El-Cezerî: Dört mezhebin fıkıh kitâbı: c: 5 sh: 416
[20] Muhyiddîn Arabî: Futuhât-ı Mekkiyye: sh: 38
[21] İmâm Ebû Muîn En-Nesefî: Bahrul kelam fî akâidi ehl-i İslâm: sh: 179, Yusuf Kerimoğlu: Emânet ve Ehliyet (İslâm İlmihâli): c: 1 sh: 108
[22] Sahîh-i Müslim: Had no: 1851, Ahmed b. Hanbel: Müsned, Muttaki Hindî: Kenzul Ummâl, Muhammed Bâkır Meclisî: Bıhârul Envâr, Ebû Cafer Kuleynî: Usûl-u Kâfî, Allâme Emîni: El-Ğadîr: c: 10 sh: 359..., Muhammed Reyşehri: İmâmet ve Rehberiyet Felsefesi, Ehl-i Beyt mesajı dergileri,...vb.
[23] Ğadîr-i Hum ile ilgili geniş ayrıntılar için bakınız: Allâme Emînî: El-Ğadîr, Allâme Şerâfeddîn: El-Müracaat, Şeyh Müfid: El-İrşâd (tercm): sh: 123-128, Prof 1400 (Nazmi Nizami Sakallıoğlu): Ehl-i Beyt davası: c: 1 sh: 176-194, M. Asım Köksal: İslâm Târihi: c: 10 sh: 312, 313,...vb. 
[24] Ehl-i Beyt’in İmâmet ve velâyetinin delilleri ile ilgili geniş bilgi için bakınız: Allâme Şerâfeddîn: El-Müracaat, Allâme Emînî: El-Ğadîr, Kuleynî: Usûl-ü Kâfî, Tuhaful Ukûl (tercm): sh: 885-921, Cafer Sübhâni: El-İlâhiyât c:2 sh: 509-632, Muhammed Reyşehrî: İmâmet ve rehberiyet felsefesi, Murtazâ Mutahhari: İmâmet ve rehberiyet, Mekârim Şîrâzî: Ehl-i Beyt mektebinde temel inançlar, Hüseyin Ali Muntazarî: Velâyeti Fakîh, Ali Şeriatî: Ümmet ve İmâmet, Muhammed Ticânî: Nasıl hidâyete erdim?, Doğrularla birlikte, Ehl-i Zikre sorunuz, Gerçek Ehl-i Sünnet, Şîa’dır, Abdulkâdir Çuhacıoğlu: El-Hasâis (Hadislerle Hazreti Ali) tercüme ve şerhi, Abdulbâki Gölpınarlı: Târih boyunca İslâm mezhepleri ve Şîilik: sh: 302-338, M. Ali Derman: Evliyâlar şâhı: c:1-4,...vb.
[25] Bakınız: Sekaleyn hadîsinin kaynaklarının belirtildiği dipnot.
[26] Sahîh-i Buhârî: Ahkam kitâbı: had. no: 51, Sahîh-i Müslim: İmâret kitâbı: had. no: 1821, Sünen-i Tirmizi: Fiten kitâbı: had. No:2224, Müsned-i Ahmed b. Hanbel: c: 1 sh: 398, 406, c:5 sh: 86-101, 106-108, Sünen-i Ebî Dâvûd: Mehdî kitâbı: had. No: 4279, 4280, Buhârî: Târîh-i Kebîr: c: 1 sh: 446, Ebû Nuaym İsfehânî: Hılyetül Evliyâ: c: 4 sh: 323, İbn-i Kesir: El-Bidâye ve’n-Nihâye: c:6 sh: 248, Taberânî: Mucemül Kebîr: sh: 94,...vb.
[27] Daha başka rivâyetler ve geniş bilgi için bak: Süleyman Kundûzî Hanefî: Yenâbiul Meveddet: c: 3 sh: 160, Şeyh İbrâhîm Cüveynî Hameveynî: Ferâidus Sımtayn: c: 2 sh: 312, 313, 321, Harezmî: Maktelül Hüseyin: sh:94, Şeyh Müfid: El-İrşâd: Takdim yazısından: sh: 9-11, Ehl-i Beyt Mesajı dergisi:sayı: 15 sh: 48-51,..vb.
[28] Sünen-i Ebî Dâvûd: Mehdî kitâbı: had. No: 4283, 4284, Sünen-i İbni Mâce: Fiten Kitâbı: 34. Bâb had. No: 4082-4086, Sünen-i Tirmizi: had. No: 2230-2232, Müsned-i Ahmed b. Hanbel: c: 1 sh: 99, c: 3 sh: 28, 37, 52, 70, c: 5 sh: 277, 377,...vb.
[29] Saîd-i Nursî (rh): Lem’alar: Dördüncü lem’a: sh: 27
[30] Seyyid Rûhullâh (rh): Müslümanların birliği ile ilgili mesajlar: sh: 9,25..
[31] Muzaffer Ozak: İrşâd: c:3 sh: 704, 705
[32] Yâni İmâm; insan üstü bir varlık değil, ancak üstün insandır ve lâyık olduğu için bir çok ilâhî ikrâm ve in’ama mazhar olmuş, ilm-i ledün’den nasiplenmiştir.
[33] Tuhaful Ukûl tercm: sh: 915-919
[34] Peygamberimizin hayâtı hakkında geniş bilgi için bakınız: Abdulbâki Gölpınarlı: Sosyal açıdan İslâm Târihi, Cafer Sübhanî: Ebediyet nûru: c:1,2, Ali Şeriati: Muhammed’i tanıyalım, Muhammed Kimdir?, Mehmet Kıtay: Hakîki İslâm târîhi ve Ehl-i Beyt, Yaşar Nuri Öztürk: Kendi dilinden Hazreti Muhammed,..vb.
[35] Usûl-u Kâfî: c: 3 sh: 32, 34
[36] Birgül Aru: Amasya, 16-12-1996
[37] Hz. Fâtıma hakkında geniş bilgi için bak: İbrâhîm Emînî: Hz. Fâtıma, Cihan Aktaş: Hz. Fâtıma, Yaşar Nuri Öztürk: Hz. Fâtıma, Tevfik Ebû İlm: Hz. Fâtıma, Seyyid Cafer Şehidî: Fâtımatü’z Zehrâ, Seyyid Murtazâ Hüseynî: Hz. Fâtıma’nın faziletleri, Allâme Şerâfeddîn: Kur’ân ve hadisler ışığında Hz. Fâtıma, Mehdî Pur: Dînî makaleler,..vb.
[38] Seyyid Muhsin Emin: Âyanü’ş Şîa: c:1 sh: 316 (Muhammed Ali: Ondört Masûm’dan kırkar hadis: sh: 73)
[39] Bakınız : İlgili dipnottaki kaynaklar.
[40] İbn-i Asâkir: Tarih-i Dımeşk: c: 2 sh: 464, 984..997, Müstedrek-i Hâkim: c: 3 sh: 126, 127, El-Kunduzî: Yenâbîul Meveddet: sh: 65, 72, 179, 183, 210, Suyûti: Tarihul Hülefâ: sh: 170, Şevkânî: Feyzül Kadir: c: 3 sh: 46, Zehebî: El-Mîzân: c: 1 sh: 415, c: 2 sh: 251, c:3 sh: 182, Taberânî: Mucemül Kebir vel Evsat, Tirmizi: Sünen: c: 5 sh: 301, Suyûti: Câmius Sağir: c: 1 sh: 93, Mustafa Necati Bursalı: Hz Ali, M. Sami Ramazanoğlu: Hz. Ali, M. Asım Köksal: İslâm Tarihi, Muzaffer Ozak: El-İrşâd, Y. Nuri Öztürk: Kendi dilinden Hz. Muhammed, Allâme Emînî: El-Ğadîr, Seyyid Şerafeddîn: El-Mürâcaat, Prof 1400: Ehl-i Beyt Davası: c: 2 sh: 107-109,...vb.
[41] Hz. Ali ile ilgili geniş bilgi için bak: Şeyh Müfid: El-İrşâd, Abdulbâki Gölpınarlı: Müminlerin Emîri Hz. Ali, Cafer Sübhâni: Hz. Ali’ye neler yaptılar?, Davut Duman: Hz. Ali, Coşkun Bilgin-Davut Duman:İmâm-ı Ümmet Hz. Ali, Hasan Selim Sâlih: Hz. Ali’nin hayâtı, Mustafa Yağmurlu: Hz. Ali, Nesâî: Hadislerle Hz. Ali, M. Sami Ramazanoğlu: Hz. Ali, M. Esad Coşan: Hz. Ali efendimizden vecizeler,..vb.
[42] Seyyid Radıyy: Nehcül Belâğa (terc): sh: 371
[43] Minberde hutbelerde İmâm Ali’ye (hâşâ) lanet etme adetini ilk olarak Muâviye başlatmış ve bu uygulama yıllarca (Ömer b. Abdulaziz tarafından kaldırılıncaya kadar) devâm etmiştir. Bak: İhsan Süreyyâ Sırma: Emevîler dönemi hilâfetten saltanâta: sh: 104, İrfan Aycan: Muâviye b. Ebî Süfyan: sh: 244.., Ahmed Hilmi-Ziyâ Nur: İslâm Tarihi: sh: 259, Mevdudi: Hilâfet ve saltanat: sh: 218-220, 234, Mustafa İslamoğlu: İmâmlar ve sultanlar: sh: 77, 78, Sadi Baba: Emir Muâviye sahâbe mi?: sh: 147.., 178, Ali Akın: Taassubtan tahkîka: sh: 19..., Yaşar Kaplan: Hz. Ali: sh: 219, Prof 1400: Ehl-i Beyt Davası: c: 3 sh: 348.., Mehmet Ali Derman: Evliyâlar şâhı: c: 1 87, 88, Allâme Emîni: El-Ğadîr: c: 10- 11,...vb.
[44] Mehmet Ali Derman: Evliyâlar şâhı: c: 1 sh: 76, 77
[45] Ahmet Cevdet Paşa: Kısas-ı Enbiyâ: sh: 303, Ahmet Hilmi-Ziya Nur: İslâm Tarihi: sh: 259, İrfan Aycan: Muâviye b. Ebi Süfyan: sh: 248, Y. Nuri Öztürk: Kendi dilinden Hz. Muhammed, Ehl-i Beyt’in annesi Hz. Fâtıma: sh: 133, 134, Sadi Baba: Emir Muâviye sahâbe mi?: sh:163, Resul Caferiyan: Masum İmâmların fikrî ve siyâsî hayâtı: sh: 103, M. Ali Derman: Evliyâlar şâhı: c: 1 sh: 80, 89, Prof 1400: Ehl-i Beyt Davası: c: 3 sh: 331..., Allâme Emînî: El-Ğadîr, Şeyh Müfîd: El-İrşâd,...vb.
[46] Allâme Meclisî: Bıhârul Envâr: c: 78 sh: 114
[47] Mustafa Varlı: İlâhîler, kasîdeler:sh: 181
[48] Kerbelâ hadisesi ve İmâm Hüseyin’in hayâtı hakkında geniş bilgi için bak: Allâme ibni Tavus: Kerbelâ şehitlerinin ardından, Şeyh Müfîd: El-İrşâd: sh: 231-297, Murtazâ Mutahhari: Kerbelâ ve İmâm Hüseyin, Hâdi Müderrisi: İmâm Hüseyin’in şehâdet zamânı, Seyyid Cafer Şehidî: Hüseyin’in kıyâmı, Şehid Destğayb: Kerbelâ katliamı ve Zeyneb’in mesajı, Muhammed Sadık Necmi: Hicretten şehâdete İmâm Hüseyin, Musa Güneş-Cafer Bendiderya: Kerbelâ şehitlerine ağlamak, Seyyid Rûhullâh Mûsevî (rh): Kerbelâ mesajı, Muhammed Âyetî: Âşûrâ günü ne oldu?, Ali Şeriati: Şehâdet, Mevdudi-Mutahhari: Bir uyarı bir sembol, Hz. Hüseyin, Murat Sertoğlu: Kerbelâ, Muhammed Abdurrahim: İmâm Hüseyin’in hayâtı ve dîvânı, M. Asım Köksal: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ fâciâsı, İslâm târihi: c:11 sh: 160-212,
[49] Allâme Meclisî: Bıhârul Envâr: c: 78 sh: 127

[50] Kâmil Büyükbayraktar: Amasya, 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder